DOLAR 34,0075 0.17%
EURO 37,7363 -0.26%
ALTIN 2.724,14-0,80
BITCOIN 1828924-4,67%
İstanbul
28°

AÇIK

02:00

İMSAK'A KALAN SÜRE

Recep SEYMEN

Recep SEYMEN

06 Eylül 2024 Cuma

İlme giden yol eğitim ve öğretimden geçer

İlme giden yol eğitim ve öğretimden geçer
0

BEĞENDİM

ABONE OL

2024-2025 Eğitim Öğretim yılı başlarken…

Dinimiz islâm ilme ve ilim öğrenmeye önem ve değer veren bir dindir.

Peygamber Efendimiz‘e (s.a.v) gelen ilk vahiy

Oku” emri ile başlamaktadır.

09 Eylül 2024 Pazartesi günü yeni bir eğitim ve öğretim yılı başlayacak.

Milyonlarca vatan evlâdı ilk ve orta dereceli okullarda yeni bir yılın heyecanını yaşayacaklardır.

İlme giden yol eğitim ve öğretimden geçmektedir.

Sosyal olarak kişinin topluma yararlı olabilmesinin ve gelişiminin öncüsü eğitim ve öğretimdir.

Eğitim, çocukları yetiştirme ve geliştirme işidir.

Öğretim ise belli bir amaca yönelik gereken bilgileri verme, öğrenmeyi kolaylaştıracak etkinlikleri tertipleme, gereçleri tedarik etme ve yol gösterme işi olarak tanımlanmaktadır.

Aslında eğitim ve öğretim belli bir yaşla ve yerle de sınırlı değildir.

Eğitim ve öğretim birbirleriyle bağlantılıdır.

Ve biri diğerinden daha az önemli değildir.

Eğitimin belli bir yaşla sınırlı olmadığını tıbbın ilerlemesiyle tıp adamlarının anne karnında dahi bebeklerin annenin davranış ve sözlerinden ve duydukları seslerden etkilendiklerini tespit ettiklerini yaptıkları açıklamalardan öğrenmekteyiz.

Bu da bize insanoğlunun eğitiminin anne karnında başlayıp, doğumla devam eden ve ölümüne kadar sürecek bir zaman dilimini kapsadığını anlatmaktadır.

Peygamber Efendimiz‘in (s.a.v) “Beşikten mezara kadar ilim tahsil ediniz” sözü bu hususu ne kadar da güzel ifade etmektedir.

Eğitim ve öğretimin ilk başladığı yer aile yuvasıdır.

Sonra bu eğitim ve öğretim işi okulla devam etmekte ve hayat boyu sürmektedir.

Çocuklar tertemiz bir yaratılışa sahiptir.

Çocuklar yazı yazılmaya hazır beyaz bir sayfa gibidir.

Çocuklar iyi ve kötü, güzel veya çirkin her türlü etkilere açıktırlar.

Çocuklar son derece meraklı, saf, temiz ve iyi niyetlidirler.

Çocukların davranışları, düşünceleri ön yargısızdır.

Çocuklar içlerinden geldiği gibi düşündükleri gibi davranırlar.

Yıllar önce yazdığım şiirlerimin birinde;

Zulmeti dost sanana düşman görünür ziya.

Düşün neden görülmez küçük çocukta riya.”

diye yazdığımı hatırlıyorum.

Çocuklar kendilerine söylenenlerden ziyade görüp yaşadıklarına ve şahit olduklarına itibar ederler.

Bundan dolayı anne, baba ve öğretmenlerin yaşantılarına dikkat etmeleri gerekir.

Okul, eğitim öğretim ve öğretmenlik çok çok önemlidir.

İslâm dininin yeryüzüne yayılma sebeplerinin başında Peygamberimizin (s.a.v) bir öğretmen gibi çalışması ve ashabının (r.a) onu takip etmeleri ve yeryüzüne yaymaları gelmektedir.

Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.v) Mekke’den Medine’ye hicretinden sonra yaptırmış olduğu Mescid-i Nebevî’nin önemli bir kısmını bir okul olan “Ashab-ı Suffa” oluşturmaktaydı.

Ashab-ı Suffa ” yatılı bir okul görevi görmekteydi.

İlmin kişiyi dünya ve ahiret mutluluğuna ulaştırması için doğru bir şekilde, faydalı kullanılması gerekir.

Çünkü ilim doğru ve faydalı amaçlar için kullanılabildiği gibi insanlık için zararlı bir şekilde de kullanılabilir.

2024-2025 Eğitim ve öğretim yılının hayırlı ve başarılarla dolu olmasını temenni eder, Yüce Rabbimden kolaylıklar dilerim.

Cumamız hayra vesile olsun

Selamlarımla.

Devamını Oku

Tek kanatlı kuş uçabilir mi?

Tek kanatlı kuş uçabilir mi?
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Dünya sahnesine yaratana itaat ve ibadet, iyi bir kul olabilmek, hem dünyanın yaşanılabilirliğini devam ettirmek hemde Allah’ın cc rızasını kazanıp ahiret hayatında saadete ulaşabilmek üzere gelen insanoğlunun yaratılışının gayesine uygun bir hayat sürmesi gerekir.

Bunun için de insanın yüce Allah’ın cc vermiş olduğu dünya nimetlerinden helâl yollardan yararlanırken ahiret yurdu için yatırımlar yapmanın önemini kavrayıp ona göre haraket etmesi kendi yararınadır.

Yüce Rabbimiz Kur’an’ı Kerim’de bizlere yol göstermektedir: “Allah’ın cc sana verdiği dünya nimetleri ile ahiret yurdunu talep et. Bunu yaparken dünyadaki nasibini de unutma…”

(Kasas suresi ayet 77)

Canlılar içinde en şerefli bir konumda olan insanın sağduyudan mahrum bir şekilde

“Hayat ancak dünya hayatıdır.” gibi hevaperestlikten kaynaklanan varsayımları sadece zanna ve cehalete dayanmaktadır.

Yüce dinimiz islâm, ruhban bir anlayışla kişinin dünyadan el çekip kendini sadece ahirete adamasını hoş karşılamayıp, dünya ve ahiret arasında denge kurarak orta yolu seçmesini tavsiye eder.

Bizler insanoğlu olarak sadece bedenden ibaret değiliz.

Maddî olarak fizikî bir bedenimiz olduğu gibi manevî olarak da ruhî bir yapımız vardır.

İki yarımın bir bütün oluşturduğu gibi bizler de ancak beden ve ruh bütünlüğünden oluşan bir varlık olarak insanız.

Fizik ve ruh sağlığımız açısından maddî yanımızı ihmal edemeyeceğimiz gibi manevî yanımızı da ihmal etmemeliyiz.

Bedenimizin beslenmesi ve güçlü olması gerektiği gibi ruhumuzun da beslenmesi ve güçlü olması gerekir.

Maddî ve manevî iki tarafımızın olduğunu unutmadan her ikisini de dengeli bir şekilde ilgi, özen ve emanet bilinciyle yönetmemiz gerekmektedir.

İnsanoğlu olarak varlığımızın bir yarısını unutmamalıyız.

İnsanoğlu eğer sadece maneviyata eğilir, duygu dünyasıyla ilgilenirse bedeni zarar görür.

Fizikî ihtiyaçlarını ihmal ettiği için sağlığı bozulur.

Bu durum maddî açıdan zarara uğramasına sebep olacağından kendisi ve ailesi zarara uğrayacağı için bireyden aileye, aileden topluma uzanan bir huzursuzluğa ve birçok istenmeyen hallerin oluşmasına sebep olur.

İnsanoğlu sadece maddî tarafıyla ilgilenip yeme, içme, gezme, süslenme, giyinip kuşanma

fiziksel ihtiyaçlarını karşılama ve sadece bedeniyle ilgilenirse o zaman da ruhî yapısı çöker, yıpranır ve maneviyat dünyası zarara uğrar.
Hele de maddî ihtiyaçlarını Allah’ın cc haram edip yasaklamış olduğu yollardan gidermeye çalışırsa işte o zaman zararların en büyüğüne uğramış olur.

İnsanoğlu maddî yönünden ziyade manevî yönüyle insandır.

Maneviyatını unutan insanlığını da unutur.

Yüce Rabbimiz, “Size verilen şeyler, dünya hayatının geçim vasıtasıdır. Allah cc katında olanlar ise daha hayırlı ve daha kalıcıdır. Halâ buna aklınız ermeyecek mi?” ( Kasas suresi ayet: 60) diye bizleri uyarmaktadır.

Yüce Rabbim bizleri dünyası için ahiretini, ahireti için de dünyasını yıkanlardan olmaktan muhafaza eylesin.

30 Ağustos Zafer Bayramı’mız kutlu olsun.

Cumamız hayra vesile olsun.

Selamlarımla.

Devamını Oku

Ciğerlerimiz neden yanıyor?

Ciğerlerimiz neden yanıyor?
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Millî servet küle, yürekler yangın yerine dönüyor…

Yanan sadece orman mı?

Yine orman yangınlarının mevsim olarak daha büyük bir ihtimalle gerçekleşebileceği günleri yaşamaktayız.

Yıllardır karşı karşıya kaldığımız bir sorunumuz olan orman yangınlarıyla üzülmekte, dertlenmekteyiz.

Geçen yıl bu sorunu yoğun bir şekilde yurdun birçok yerinde ve aynı zamanlarda yaşamış, can ve mal kayıplarımız olmuştu.

Yetkilillerin açıklamalarına göre bu yıl geçen yıla oranla çıkan orman yangınlarının yüzde seksen daha fazla olduğunu öğrenmiş bulunmaktayız.

Bu yıl böylesi bir sorunla karşılaşmamayı dilerken bazı etkenlerden dolayı genişleyen ve kontrol altına alınmasında zorluk çekilen yangınların haberleriyle ürperdik.

Orman yangınlarının değişik sebepleri vardır.

Yangınlar doğal şartların oluşmasından meydana geldiği gibi insan kaynaklı da olabilmektedir.

Yetkililerin açıklamalarına göre yangın sebeplerinin yüzde doksan oranında maalesef insan kaynaklı  olduğudur.

İnsan kaynaklı olanlar; tam söndürülmemiş sigara

izmaritleri, orman içinde piknik yapanların yaktıkları ateşlerin tam anlamıyla söndürülmeden bırakılıp, sonradan rüzgârın etkisiyle alevlenmeleri, geride bırakılan şişe gibi cam eşyaların bazı sebeplerle kırılan parçalarının mercek işlevi görmesinden dolayı güneş ışınlarını

yansıtarak kurumuş ot, yaprak, çalı ve benzerlerini tutuşturması gibi insanların ihmal ve dikkatsizliğinden dolayı da kaynaklanmaktadır.

Daha değişik bazı sebepler de  sayılabilir.

Bunların dışında en üzücü ve kahredici olan da kasıtlı olarak çıkarılan yangınlardır.

Çıkan ya da çıkarılan orman yangınları yeşil alanların küle dönmesine, siyah bir renge bürünmesine, zaman zaman yerleşim alanlarını da etkileyerek evlerin, mahallelerin, köylerin etkilenmesine, bazılarının da tamamen yanmasına sebep olmaktadır.

Orman yangınlarında millî servetin heba olması yanında yüreklerimizi dağlayan can kayıpları, küçük ve büyükbaş hayvanların telef olması, orman alanlarında yaşayan milyonlarca karınca ve böcek türünün yanması, birçok yaban hayvanının acılar içinde kıvranarak can vermesine sebep olmaktadır.

Bu canlıların; canlı canlı yanmalarından dolayı da yüreklerimiz acımakta, gözlerimiz yaşarmaktadır.

Orman yangınlarından dolayı bitki florası etkilenmekte, bazı canlı türleri azalmakta, ekolojik denge bozulmaktadır.

Dünyamız ekolojik dengenin bozulmasından dolayı birçok sorunlar yaşamaktadır.

Yıllardır karşılaştığımız bu sorunlarla baş edebilmek için elbette yetkililer edindikleri tecrübelerle bazı önlemler almakta ve çalışmalar yapmaktadır.

Bu yangınları tamamen önlemek ve bitirmek imkânsız gibi gözükse de en aza indirmek mümkün olabilir.

Orman yangınlarının çıktığı bölgelerin çoğunlukla çam ormanlarından oluşması, yangın esnasında çam kozalaklarının patlayarak 200-300 metre uzağa sıçraması, rüzgârın kuvvetli ve çok yönlü esmesi yangınla mücadeleyi zorlaştırdığı da bir gerçektir.

Bazı sebeblerden dolayı alınan tedbirlerin yetersiz kalması çoğumuzu üzmektedir.

Böylesi acılı günlerde insanımızın büyük çoğunluğu birlik ve beraberlik örnekleri sergilemektedir.

Elbette bazı eleştiriler de olacaktır.

Önemli olan eleştirilerin yapıcı ve yol gösterici olmasıdır.

Yetkililerin önlemler açısından daha geniş ve etkili yöntemlere başvurmasında teknolojinin en son yeniliklerinden faydalanmalarında büyük yararlar olacağı aşikârdır.

Böylesi durumlarda, ormanlar içerisinde söndürme araçlarının ve ekiplerin daha kolay ulaşım sağlamaları için daha çok yolların açılması, yetersiz yolların genişletilmesi, su sağlanacak kaynakların çoğaltılması, yangın kulelerinin arttırılması, çamlık alanlarının parsellenip, ara parsellere yangına dayanıklı ağac türleriyle kozalak sıçrama mesafesinde ağaçlandırılması, yangınları önleme ve söndürme konusunda uzman olan kişilerden oluşacak, bu konuları sürekli takip edecek ve bu konuda çalışmalar yapacak merkezde oluşturulan kurullar dışında yangın çıkma ihtimali yüksek olan bölgelerde de  oluşturulması ve sürekli faaliyet haline getirilmesi gibi önlemlerin yanında, emniyet birimlerinde oluşturulan bekçi kadrosu gibi kadroların oluşturulması düşünülebilir.

Orman yangınlarını önleme konusunda oluşturulacak bekçi kadroları binlerce işsiz gencimize  istihdam imkânı da sağlamış olacaktır.

Bu kadroda görev alacak olanlar geceli gündüzlü çalışabilecek, gece görüş kameraları dahil son teknolojik imkânlarla donatılarak ve her görevliye yaya mesafesinde görev esnasında kontrol edebileceği alanlar belirlenmesi yangınların azaltılmasında etkili olacaktır.

Nasıl ki sağlık konusunda hastalanmadan önce alınacak sağlık tedbirleri, hastalandıktan sonra yapılacak sağlık giderlerinden çok daha az maliyet yükü getiriyorsa bu konuda da aynı fayda sağlanacaktır.

Bu konuda vatandaşların şuurlandırılması açısından ilgili bakanlıkça bastırılıp ilköğretim okullarına ücretsiz dağıtılacak kitapların öğretmenlerimizin gözetiminde tavsiye edilip takip edilmesinin yararlı olacağı aşikârdır.

Bu orman yangınlarında milî servetimiz,can ve mal kayıplarımız, yanan alanları tekrar yeşertmek için harcadığımız bir nevi zaman ve para kaybımız, ciğerlerimizin yanması, yüreklerimizin dağlanması şu soruyu kendimize sordurmaz mı:

Yanan sadece orman mı?

Yüce Rabbimden bizlere orman yangınlarıyla

baş edebildiğimiz en aza indirdiğimiz günleri görmeyi nasip etmesini niyaz ederim.

Cumamız hayra vesile olsun.

Selamlarımla.

Devamını Oku

En kıymetli sermayemiz olan ömrün kıymetini biliyor muyuz?

En kıymetli sermayemiz olan ömrün kıymetini biliyor muyuz?
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Ömür en kıymetli sermayedir…

2024 yılının yarısından fazlasını yaşamış bulunmaktayız.

Ömür su gibi akıp gitmektedir.

Doğumla başlayıp ölümle son bulan süreye ömür denmektedir.

Hayatımız bu iki nokta arasında geçmektedir.

Kâinatın da bir ömrü vardır.

Kâinatın ömrü var oluşla başlayıp kıyamet adı verilen yok oluşla sona erecek olan bir süredir.

Canlı ve sağ olma durumuna hayat denmektedir.

Hayat kelimesi yerine yaşam kelimesi de kullanılmaktadır.

Ömür ve hayat kelimeleri birbirlerinin yerine de kullanılır.

Sahip olduğumuz her şey yüce Rabbimizin bizlere lûtfettiği birer nimettir.

Her nimetten sorumlu olduğumuz ve hesabını vereceğimiz gibi ömür nimetinden de sorumluyuz ve hesabını vereceğiz.

Yüce Rabbimiz Mülk suresinin 2. ayetinde “O, hanginizin daha güzel iş yapacağınızı denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstündür, bağışlayandır.” diye bildirmektedir.

Ayette önce ölümden sonra hayattan bahsedilmesi dikkat  çekicidir.

Bize düşen hayatımızı sürdürürken ölümü hatırdan çıkarmamak, davranışlarımızı ona göre ayarlamak, sınavda olduğumuzun bilincinde olmaktır.

Zaman akıp gitmekte, günler gelip geçmektedir.

Bayezid-i Bistamî “Her kalp çarpıntısı, kendi ecelinin ayak sesidir.” diye bir söz söylemiştir.

Lâkin zamanı değerlendirmek elimizdedir.

Hayatımız devam ederken sağlığımız yerindeyken fırsat elden gitmeden, ahiret hayatımızda mutlaka faydasını göreceğimiz yüce Rabbimizin rızasına ulaşmak için yapacağımız her hayırlı işle ve Allah’ın cc  emirlerine uymak, yasaklarından kaçınmak suretiyle; dünya hayatının yalancı cazibesine, şeytanın vesveselerine, nefsin ve insan şeytanlarının isteklerine aldanmadan insanların ve diğer canlıların yararına olan davranışlarımızla yaşayacağımız bir hayat, zamanımızı değerlendirmek, hayatımızı doğru ve dürüst bir şekilde geçirmek olacaktır.

Ahiret gerçeğinden habersiz yaşanan bir hayat, nefsimizin arzularını gerçekleştirme peşinde koşmak, dünyanın cazibesine ve insan şeytanlarının iltifatlarına, çocukların oyuncaklarla eğlendiği gibi bir yaşantı ve boş heveslere dalıp gitmek ebedi bir hayat olan ahiret için korkunç bir aldanış olacaktır.

Gafilâne bir şekilde gençliği şehvetle, orta yaşlılığı faydasız işler için çekilen zahmetle, ihtiyarlığı da elden gidenlere hasret ve pişmanlıkla geçirmek kişi için ne büyük bir hüsrandır.

Ölüm gelip çatmadan, can bedenden ayrılmadan, fırsat elden kaçmadan geçmişimizde beşer olmamız hasebiyle yapmış olduğumuz hatalarımız olsa da Rabbimizin affına sığınarak rahmetinden ümit kesmeyerek, hayatımızda yeni ve tertemiz bir sayfa açmakla hayatımızı faydalı işlerle doldurmaya niyet etmek ve bu niyetimizi azimle, gayretle süslemek bizim için en yararlı  davranış olacaktır.

Yüce Rabbim bizlere şu dünya hayatını rızasına uygun bir şekilde yaşayan ve ruhunu iman ile teslim eden kullarından olmayı nasip etsin.

Cumamız hayra vesile olsun.

Selamlarımla.

Devamını Oku

Safer ayı uğursuz mu, dinimizde uğursuzluk var mı?

Safer ayı uğursuz mu, dinimizde uğursuzluk var mı?
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Safer ayı ve uğursuzluk…

Safer, hicrî, kamerî ayların ikincisidir.

Bizler bugün safer ayının 5. gününü yaşamaktayız.

Safer sözlükte  boş kalmak, boşluk, sararmak,sarılık anlamlarına gelmektedir.

Yaygın olan yoruma göre cahiliye döneminde Araplar bu ayda savaşa çıkıp evleri boş kaldığı veya saldırdıkları evlerin eşyalarını alıp boşalttıkları için böyle isimlendirilmiştir.

Diğer bir yoruma göre ise cahiliye döneminde insanların yüzlerinin sararmasına yol açan veba salgınının bu aya denk gelmesiyle kelimenin “sararmak” anlamıyla irtibatlandırılmıştır.

Bazıları da bu ismin Arapların nafakalarını elde etmede önemli bir yere sahip olan Yemen’deki Saferiyye adlı panayırla ilişkili olduğunu dillendirmişlerdir.

Cahiliye döneminde safer ayı uğursuz kabul edilmiştir.

Bu ayda başlanan işlerin sonuçsuz kalacağı ve kötü bir şekilde biteceği şeklindeki batıl inanışların islâmdan sonra da bazı kişilerce varlığını sürdürmüş olup günümüze kadar da ulaştığı anlaşılmaktadır.

Peygamber efendimiz (s.a.v) batıl bir inanış olan safer ayının uğursuzluk sayılmasını, “Eşyada uğursuzluk yoktur. Safer ayında uğursuzluk yoktur. Baykuşun ötmesinde de uğursuzluk yoktur.” hadis-i şerifinde beyan edildiği gibi reddetmiştir.(Müslim, selâm, 202)

Bu hadise istinaden safer ayının uğursuzluk anlayışını zihinlerden silmek için safer ayı “Saferülhayr” diye anılmıştır.

Uğursuzluk; sözlükte, işlerin ters gitmesine yol açtığına inanılan nesne, olay, fiil ve durum anlamına gelmektedir.

Uğursuzluk, insan ve hayvanlarla diğer bazı nesnelerin haraket, ses ve duruşlarını uğursuz sayma şeklinde de tanımlanır.

İnsanlar ilk çağlardan beri çevrelerinde gördükleri birtakım nesnelerde, tabiat olaylarında, insanların ve hayvanların davranışlarında, duydukları bazı seslerde uğursuzluk bulunduğuna inanagelmişlerdir.

İslâm öncesi arap toplumunda da böylesi inanışlar yaygındı.

Kuşların uçma şekillerinden, ötmelerinden anlamlar çıkarmakta kendilerince uğursuz saymaktaydılar.

Bazı hayvanların uğursuzluk getirdiğine inanmaktaydılar.

İnsanların çeşitli dönemlerinde eski çağlardan beri var olan uğursuzluk inancı, kültürler arası etkileşimle toplumlar arasında inanma biçimi olarak bazı ortak özellikler taşımaktadır.

Bazı hayvanların ve günlerin uğursuz sayılmasında olduğu gibi.

Değişik çağlarda pek çok kişide var olan uğursuzluk anlayışının günümüzde de varlığını

sürdürdüğüne şahit olmaktayız.

Günümüzde de birçok kişi uğursuzluk olarak niteledikleri şeylerden kendilerine bir kötülük ve zarar geleceğine inanmakta olup uğursuz saydıkları şeylerden uzak durmaya çalışmaktadırlar.

Dinî bir kaynağı olmayan uğursuzluk, birçok kişiyi tedirgin etmekle hayatlarının bazı dönemlerini korku, kaygı ve telaş içerisinde geçirmelerine sebep olmaktadır.

Günümüzde de salı günü işe başlamanın, gece aynaya bakmanın, eşik üstüne oturmanın, vefat eden çocuğu olan kadının arife günleri eline iğne almasının, belirli bazı günlerde çamaşır yıkama ve süpürge kullanmanın, ayakkabı veya elbiseyi ters giymeye başlamanın, iki bayram arası nikâh yapmanın, evin damında baykuş veya karga ötmesinin, insanın yolda giderken önünden kara kedinin geçmesinin, mezarlığı parmakla işaret etmenin, köpek ulumasının, kurban kesilirken hayvanın dilini dışarıya çıkarmasının, horozun vakitsiz ötmesinin, gece kül dökmenin, gelin alayının kırkı çıkmamış kadının evinin önünden geçmesinin, geceleri su birikintisi üzerinden atlamanın, gece ıslık çalmanın, üç yol ağzında yatmanın vb. dillendirildiğini duymuşsunuzdur.

Eski Mısır’dan kalma bir uğursuzluk inancı olan duvara dayalı merdiven altından geçmenin, günümüzde de  devam ettirildiğine rastlamak mümkündür

Uğursuzluk, insanların kendi düşünce, zan ve vehimlerinde oluşturduğu bir kavramdır.

İnsanlar kendi isabetsiz karar ve eylemlerinden dolayı uğramış oldukları zararları başkalarının üzerlerine yıkıp kendilerini avutmak istemelerinden dolayı uğursuzluk kavramına sığınmaktadırlar.

İşler ters gidince sorumlusu olarak bazı insanları, hayvanları ve tabiat olaylarını suçlu ilan edip böylece bir miktar vicdanlarını rahatlatmak istemektedirler.

Uğursuzluk, halk arasındaki söylentilerden ibarettir.

İnsanların, hayvanların, bazı nesnelerin ve tabiat olaylarının uğursuzluk sayılmasının dinimizce bir gerçekliği ve geçerliliği yoktur.

Hz. Peygamberimiz’in oğlu İbrahim’in vefat ettiği gün güneş tutulunca bazı kimseler iki olay arasında irtibat kurmuş, Efendimiz (s.a.v) de; “Güneş ve ay ilâhi birer alâmettir. Herhangi bir kişinin ölümü üzerine tutulmazlar.” diye buyurmuştur. (Buhâri, küsuf, 1,15 ;Müslim, küsuf,10, 23, 29 )

Peygamber Efendimiz (s.a.v), “islâm da uğursuzluk anlayışının bulunmadığını, daima iyimser ifadelerin kullanılması gerektiğini” söylemişlerdir. (Buhâri, tıp,44,54)

Müslümanlar olarak bizler meşru olan eylem ve söylemlerde bulunup, netice olarak Rabbimizden hayr, sağlık ve bereket ihsan etmesini dilemeli ve beklemeliyiz.

Cumamız hayra vesile olsun.

Selamlarımla.

Devamını Oku

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.