20 Mart 2023 Pazartesi
Başta İstanbul olmak üzere birçok bölgede yağış bekleniyor
Camiye sığınan Ateist
Sen kendini ne zannediyorsun be adam!
İlme giden yol eğitim ve öğretimden geçer
CHP’de Ekrem İmamoğlu saf dışı mı edildi?
Yeni küresel düzen/genç nüfus
18 Mart Çanakkale Zaferi…
Bir Milletin varoluş/yokoluş mücadelesi.
Canını dişine takıp çıplak ayak ve günde yarım somon ekmekle beslenen, dünyanın en şerefli Milletinin askeri mübarek kanını akıtarak bize bu vatanı hediye ve emanet etti.
Şehidiyle, gazisiyle ruhları şad, makamları cennet olsun.
Gelinen noktada (kaç parçalı olduğu sayılamayan) şer odaklarınca oluşturulan masanın adayı,18 mart günü HDP’lilerle görüşecekti ki; akl-ı evvel bir gazetecimiz acele ederek konuyu dillendirince, seçim üzeri daha da eleştiri almama adına uyanıklar görüşme gününü değiştirdiler.
Bize göre gazeteci kardeşimiz erken konuşmuştu.
Halbuki görüşmenin yapılmasına kadar suskun kalmak siyaseten daha doğru olacaktı.
Neden 18 mart, düşündünüz mü !?
Herkes terafından herhangi bir seçim olmadığı kabul edilen önümüzdeki seçim gerçekten de olağanüstü bir seçim olacak…
Dengeler atbaşı bir durum arzediyor.
Biri, diğerini burun farkıyla yenecek gibi…
Atbaşı bu dengeleri iyi analiz ederseniz, ülkenin %50’sinin hain
olduğuna rahatlıkla karar verirsiniz.
Bugünkilerin, birliğimize, dirliğimize, bütünlüğümüze kastettiği için İzmir’den denize dökülen geçmişteki düşmandan hiç farkı yok.
6’lı, 7’li, 8’li masanın bölmek, parçalamak suretiyle bizi dışarıya uydu yapmak istemesi aynı şey değil midir ?
Şimdiki durumun geçmiştekinden ne farkı var ?
Neden mi böyle düşünüyoruz?
Sayılamayacak kadar neden var da biz sadece şunu yazalım:
İngiliz, Fransız, Yunan ve diğerleri dün düşmandı, bugün hala düşman.
Dün mübarek topraklarımızı postallarıyla kirletmişlerdi, bugün de aynı amaç için uğraşıyorlar.
Tek fark, emperyal emellerini gerçekleştirmek üzere, geçmişe göre sayıları da hayli çoğalan içerdeki ihanetçilerle beraber hareket etmeleridir.
Ve biz, ihanetçilerin düşmanla aynı safta yer tutuğu bir seçime gidiyoruz.
Konuya sırf bir iktidarı alaşağı etme mücadelesi olarak değil; Türkiye’nin ve İslam’ın geleceği ekseninden bakarak karar verelim…
Selam ve sevgi ile.
Türkiye’nin İsveç ve Finlandiya için Nato’daki karşı duruşundan kaynaklı veto tutumu, Avrupa ile
ABD’yi telaşa düşürdü.
Biden Avrupa’yı yanında tutmak ve Türkiye’ye bu hususta baskı yapmaları için ABD Kongresi’nde Miçotakis’i konuşturup alkışlattırıyor.
İçerde de Ertuğrul ÖZKÖK gibi kalemşörler Miçotakis’i övme görevini üstleniyor.
Vay halimize..!
Türkiye’nin karşısında artık Yunanistan ve Güney K. Rum Kesimi değil, AB + ABD + Rum Kesimli YUNANİSTAN var. Bu ülkeyi bir hilal biçiminde Dedeağaç’tan Girit’e kadar fiilen işgal eden, adeta ikinci bir Pentagon oluşturan ABD, artık batı yönünden de düşman komşumuz haline geldi.
Bundan böyle biz, bütün stratejik planlarımızı bu kabul üzerinden kurmak ve uygulamak zorunluluğundayız.
Yunanistan istese dahi ABD’nin kuşatmasından artık kurtulamaz.
Bu arada her yönden besledikleri YPG, PKK’yı ekonomik olarak ta dünyaya açıyor, iş insanlarını yatırım yapmaya çağırıyorlar. Hedefledikleri uydu devletin kuruluşunu sistematik adımlarla tamamlamaya çalışıyorlar.
Uydu devletin kurulması halinde Osman Bey’den Atatürk’e kadar bütün ecdadımızın lanetine uğrayacağımız gibi, Misak-ı Milli ideallerimizi inkar etmiş, bölünmeyi kabul etmiş, varoluş mücadelesini kaybetmiş oluruz. Kurulan bir organizasyonu yıkmak mümkün olmaz kanaatindeyiz, zira daha çok sahipleneceklerinden yıktırmazlar.
Buradan tek bir sonuç çıkarılır ki, o da Türkiye’nin an meselesi olan 5. Harekatı, ‘finale gidiş’ ten başka bir şey değildir. Evet, bu eşik mutlaka kırılmalı, daha büyümeden, gelişmeden müdahale edilmeli.
Asla geç kalınmamalı…
Daha önce yazdığımız gibi, Türkiye uzun yıllardan beri özellikle de 2010’dan günümüze kadar PKK ile değil, düşük yoğunluklu olarak ABD ile savaşmaktadır.
“Terör ile mücadele ediyoruz” derken verdiğimiz mücadeleyi hem küçümsemiş oluyor hem de halkımıza gerçeği söylememiş olup bilinçlenmesini yine biz engelliyoruz. Gerçekler alenen ve bütün çıplaklığıyla halkımıza anlatılmalı ve muhalefetin ihaneti de çağrıştıran davranışları kırılmalıdır.
Askerimiz hazır ve motive olmuşken daha da geciktirmek, mücadelenin halkımız nezdinde rutine indirgenmesine, toplu refleksimize zarar vererek örselenmesine neden oluyor.
Bu konumdan hızla sıyrılıp uzaklaşmak lazımdır.
Karşımızdaki güçler biliyorlar ki, Türkiye yeniden ayağa kalkacak olursa, günümüz dünyasının geçim kaynaklarından başta gelen enerji bu ülkenin hinterlandı içindedir. Dolayısıyla en azından Türkiye ile paylaşmak gereklidir. Ayrıca Türkiye ayağa kalkarsa, mazlum dünya da ayağa kalkar. Asya’nın, Afrika’nın, Ortadoğu’nun, Türk Coğrafyası’nın gözü açılır, karşılarında büyük bir güç oluşur, sömürü düzenlerine çomak sokulur. Onun için PKK’sını, Fetö’sünü besleyip üzerimize salıyorlar.
Uzatmak mümkün ise de, okuyucuyu yormama adına, Türkiye, hazır Avrupa’yı, ABD’yi, Nato’yu sıkıştırma fırsatı yakalamışken ve Rusya’nın güncel durumunu da değerlendirerek geç kalmaksızın hayırlısıyla 5. Harekat’a başlamalıdır. İnanıyoruz ki bu harekat PKK’yi yerle bir edecek ‘FİNALE GİDİŞ’ olacaktır.
Selam ve sevgi ile.
Türkiye bir hava alanının;
– adına,
– pistine,
– tarihine,
– geçmişine,
– geleceğine,
hasılı, akibetine kilitlenmiş…
Maşallah !,
Daha önemli bir problemimiz kalmadı ya !!!
Derdimiz nedir ?
Efendim, nasıl olur da adı “Atatürk Havalimanı” olarak kalmaz ?
Efendiler,
Buranın adı zaten “Atatürk Havalimanı” değil, “Yeşilköy Havalimanı”dır.
“Olmaz, kabul etmeyiz.”
Niye ?
“Biz bildik bileli böyle, eski köye yeni adete gerek yok.” deniyor.
Yahu, adı 1985’te değiştirildi, kimsenin onayını almadan, re’sen verilen bir emirle…
“Biz anlamayız” diyorlar.
Hııı…
Peki öncesi var mı ? Var.
Nedir ?
“Bizi ilgilendirmez, ilk adıyla kalsın, hem bahçe filan da olmasın.
Neden ?
“Ne güzel ismi var, niye değişsin ?
İlk ismi mi ?
Olmayabilir, mühüm değil.
Peki, mühim olan ne ?
Burası 1912’lerde inşa edildi.
Amacı neydi ?
“Askeri Hava Meydanı” olarak hizmet vermek.
Adı nasıldı ?
“Yeşilköy Askeri Hava Meydanı”
(1944’te Chicago’da Uluslararası Sivil Havacılık Anlaşması’yla, uluslararası bir sivil havalimanı yapımına karar alındı. Yapımı için 1947’de “Westinghouse Electric İnternastional Company and The IG White Engineering Corporation” ile sözleşme imzalandı.
1949’da başlayan inşaat 1953’te tamamlandı.
Nihayet,
01 Ağustos 1953’te “YEŞİLKÖY HAVALİMANI” adıyla sivil havacılık hizmetine başladı.)
Gerek askeri gerekse sivil hizmetler verirken ve Atatürk ismiyle hiç anılmamışken; 1985’te çok Bilge Kenan EVREN’nin (!) Askeri Konsey’de aldırdığı karar ile adı “Atatürk Havalimanı” na dönüştürüldü.
Enteresan olan, bugün avazı çıkanlardan o günlerde ‘tısss’ bile duyulmamıştı.
1985’e kadar halkın özümsediği “Yeşilköy Havalimanı”nın adının, o dönemde neden ‘kaşıntı konusu’ edildiği hiç yazılıp çizilmedi, gayet olağan karşılandı.
Bugünün erkekleri acaba neredeydi o dönem ?
Tespit:
Cony’lerin hafızalara kazınmış sözcüğünü hatırlayalım:
“Bizim çocuklar bunu da başardı..!”
Bu seyirden sonra gönüllere su serpmek için bizdeki güncel kargaşaya dönelim.
Bizimkiler illa ki, ideolojik bakacaklar, öyle yapmazlarsa çatlarlar. Hazır konjonktür de buna müsait…
Sanırsınız işin en temeline, köklerine inerek hatırayı yaşatmak istiyorlar. Hiç ilgisi yok.
Karşıtlık üretmek için “Atatürk” sıfatlamasından hareketle düşmanlık üretmeye, başkalarının değirmenine su taşımaya çalışıyorlar. Bunu kimse yemez, bilesiniz.
Köklere inme, özünü canlı ve taze tutma, gelecek nesillere kimlik, kişilik aşılama kaygısı taşınıyorsa, konunun boyutu aşağıdaki şekilde değişir.
Kendi adımıza “Atatürk” deme, bu sıfatı M. Kemal’e tahsis ederek anma sıkıntımız olmadığı bir yana, “M. Kemal Atatürk” diye anmaktan onur duyuyoruz. “Atatürk” demekten gocunan bir zümre aranıyorsa, onlar bu mahallede bulunmaz. CHP’de oldukça bol. İl Başkanlıkları’na müracaat edilmesi yeterli olacaktır.
Lakin bir hakkın teslimi söz konusu ise, yani ‘Ata’ aranacak ve tespit edilecekse tarihte bilinen ilk Türk veya ilk Türk Devleti’ne gidilmelidir. Fatih, Yavuz, Kanuni, Abdülhamid demiyoruz; tekrar edelim, bilinen ilk Türk Devleti diyoruz.
Eklemeliyiz ki, biz de sizler gibi ideolojik bir saplantı içinde olsak deriz ki; tarihte bilinen ilk Müslüman Türk ve ilk Müslüman Türk Devleti’ne gitmeli ve “Ata’mızı orada araştırmalıyız, böyle saplantılı ve sakat bir düşüncemiz olmadığı gibi, ne ideolojik ne de dinsel bir ayırımı hedeflemediğimiz için bunu demiyoruz !
Etmeyin, yapmayın, bu gemi hepimizin. Batarsak birlikte batarız.
Belki yeri ve zamanı değil ama kısa bir bilgilendirme yapmak zaruri oldu.
Tarihte bilinen ilk Türk, Nuh (as)’ın oğlu Yafes’in Turk adındaki oğludur.
Bilinen ilk Türk Devleti ise, Asya Hun Devleti’dir.(MÖ: 220) Hükümdarlarının başında Teoman Han ve Mete Han gelir.
Türkler’in Hz. İbrahim’in Kantura adlı hanımından oğlu Toparma’nın soyundan geldiği de bir Tevrat rivayetidir.
Bu nedenle Türkler, bazı Sami kaynaklarında Beni Kantura ( Kanturaoğulları) diye anılır.
Cahil gitmeyin öbür tarafa, öğrenin bunları…
M. Kemal Ata’mızdır. İyi de öncekiler değil mi ya da Onları inkar mı edeceğiz, yok mu sayacağız ? Hülasa gelmiş geçmiş tüm ‘ata’larımıza sahipleniriz, haberiniz ola !
Evet, hal böyleyken bugünkü dert elbette bunlar değil, gaye sadece ideolojik bir tartışma çıkarmak, mümkünse Milleti bölmek, böylece her bakımdan beraber oldukları ABD Cony’lerine hizmeti sürdürmek…
Havalimanı, Millet bahçesi derken buralara kadar geldik…
Daha karıştırmadan sözümüzü bağlayalım:
Mademki havalimanının pistleri herşeye rağmen korunuyor, öyleyse asıl adıyla bilinmeye, korunmaya ve anılmaya da devam etsin.
O da; kimsenin dediği değil,
‘YEŞİLKÖY MİLLET BAHÇESİ’ olsun.
Selam ve sevgi ile.
Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (sa) övgüsüne mazhar olmuş İstanbul’un Fethi (29 Mayıs 1453) ve Fetih Ordusu zulüm ve karanlık çağını kapatarak adalet üzere hükmedecek yeni ve mutlu bir çağı açmıştı.
Geçen zaman içinde İstanbul ve Osmanlı İmparatorluğu, uyguladığı adaletle çok parlak günler gördüğü gibi ondan saptıkça karanlık dönemler de geçirdi. Günümüzde bu durum halen devam ediyor.
O günlerde İstanbul’un Fethi’ni mecbur kılan nedenlerin başında; Dünya’da zulmün son bulması, adaletin hakim olması ve İnsanlığın her türlü kötülüklerden korunması için yepyeni bir Medeniyeti getiren İ’layı Kelimetullah’ı tanıtma, yayma gayret ve azmi geliyordu.
İstanbul’da kurulacak yeni Medeniyet sadece bu coğrafyayı değil olabildiğince Dünya arzını hedefliyordu.
Yeni medeniyeti yaşatmak için öncelikle kurulduğu toprakları elde tutmak, coğrafyayı genişletmek, vatan edinmek gerekiyordu.
Bu amaç için adaletle hükmeden Osmanlı’ya bağlı kavimler kendi rızalarıyla ön açtılar, Yeni Medeniyet çoğu yerde insanların burnunu dahi kanatmaksızın kabul gördü ve yayıldı.
Aksi halde insanlık yaşayageldiği Bizans Kültür ve Medeniyeti’nin zulmü altında inlemeye devam edecekti. Bizans değişmedi, aynı zalim ve vahşi yöntemlerini bugün de uyguluyor.
Bizans (bugünkü Avrupa hatta Batı), aynı zulüm ve vahşetini tüm Dünya’da, özellikle geri kalmış ülkelerde sürdürüyor.
Baş kaldırmak, sömürü düzenini yıkmak istediğinizde; Batı akla hayale gelemeyecek entrikalarla sizinle mücadele ediyor. Özellikle içerden, dışardan devşirdiği işbirlikçi hainlerle size saldırıyor, değerlerinizi yok ediyor, mücadelesini silah ve savaşa vardıracak kadar büyütüyor.
Türkiye’nin bugün yaşadığı budur.
Günümüzde hem İstanbul hem Türkiye hem İslam Dünyası hem de mazlum diğer milletler bu tehdit altında yaşıyor. Bu durum günün koşullarına göre yeni bir fethi şart koşuyor.
Batı tarafından Ege ve Akdenizde yapılan tatbikatlar, Girit, diğer adalar ve Yunanistan’ın ABD Üssü haline getirilmiş olması, neredeyse Batı Devletlerinin PKK, YPG başta olmak üzere diğer tüm terör örgütlerini kurup her açıdan beslemesi, Batı ile olan ilişkilerimizin hep aleyhinize sonuçlanması üzerimizde bir kuşatma, bir baskı olduğunu gösterir.
Yetmezmiş gibi Biden’ın pervasızca Türk Hükümetini indirmek için muhalefetle işbirliği yapacaklarını açıklaması Batı Kültür ve Medeniyeti’nin vahşi yüzünü gösteriyor.
ABD, Çekiç Güç’ten beri, özellikle de 2010’dan buyana üzerimizde hiç sapma göstermedikleri politikalarını uyguluyor. Bu arada süslü kokana Fetö belasını ve 15 Temmuz’u eklemek gerek.
Üzerimizdeki baskı ve saldırıların küçük bir kısmını buraya taşıdık. Nedeni, yeni bir fetihe mecbur olduğumuzu izah etmek içindir.
Eninde sonunda fetih gerçekleşecek. Büyük ihtimalle de Türkiye ile NATO hesaplaşmasıyla olacak.
Selam ve sevgi ile.
Her şeyden önce İslam’ın ilk yıllarında yaşanan, “dünyaya en büyük sosyal dayanışma örneği de olan Ensar – Muhacir Kardeşliği” sosyal bir devrimdir.
Bugünkü sorunları dört başı mamur bir şekilde yönetip çözsek de tarih ve kültürümüze yeni bir ensar – muhacir kardeşliği eklemiş olamayız. İlkiyle aralarında mukayese bile yapılmamalı.
Ensar; hiçbir karşılık beklemeden sahip olduğunuz tüm mal varlığınızı kardeşinizle bölüşmektir. Başka bir deyişle her şeyini geldiği yerde bırakarak size sığınan kimseyle alacaklı olmaksızın malını bölüşmek… Şimdi al kullan, sonra borcunu ödersin kuralı yok.
Bugün tartışılan nedir peki ?
“Göçmenlere yardım ediyorsunuz, bizi sıkıntıya düşürüyorsunuz, bundan vazgeçin, bu insanları behemehal geri gönderin.”
Bu anlayışın ensarlık ile uzaktan yakından alakası yoktur.
Mülteciler ve hicret edenlerin dinde ve güncel hukukta yerleri, hakları ve statüleri elbette farklıdır, farklı değerlendirilmelidir.
Fakat mülteciler arasında da can, ırz, mal, inanç tehtidiyle başka ülkelere sığınanlar az değildir. Mülteciler arasında refah seviyesi daha iyi, yaşam standardı daha yüksek ülkelere kapağı atanlar olabileceği gibi; hicret edenler arasında da pekala Münafıklar bulunabilir. Bu ekstrem durum birini diğerine tercih etme yetkisini hiç kimseye sunmaz.
Biz hepsine güncel ifadesiyle “göçmen” tanımlaması ile yaklaşım göstererek, sözümüzü zülf’ü yare dokundurup sorgulayacak şekilde, (sırf karşı cenahı eleştirme amaçlı değil de durumun kendi iç bünyemizde nasıl algılandığı, göçmenlere hangi gözle bakıldığı noktasına) teksif edelim. Zira bütün söylem ve yazılar hep karşı cenaha gönderme yapma kurgusu üzerinde devam ediyor, hiç kimse ‘ bu konuda bizim düşüncemiz nedir?’ demiyor, eleştirel yaklaşmıyor. İlgili konuda önce ‘bizim mahalleyi’ test edelim.
“Bizden merhamet toplumu olur mu/çıkar mı ?” diye soralım.
Geçmişte ‘merhamet toplumu’ varsa günümüzde niçin olmasın ?
Bugün “Merhamet Toplumu” adaylarına bakınca şahit olduklarımız yüreğimizi burkar, ye’se düşürür bizi.
Kadir Has Üniversitesi’nce yapılan araştırmaya göre “Türkiye’de namaz kılma oranı % 24.4” olarak tespit edildi. %99’u Müslüman diye bilinen ülkede bu oran çok şey anlatır insana…
Hezeyanlarımız saymakla bitmez, isterseniz biraz değinelim.
Saadet Lideri, “Suriye’yi en çok Türkiye karıştırdı” diye demeç verebiliyor. Demeç sahibinin geçmişine bakınca; normal vatandaşı bir tarafa bırakıp İslami hassasiyetleriyle maruf güruhtaki ‘merhamet toplumu olma inancının yerlerde süründüğü gerçeğini inkar edemezsiniz.’
Tespit şahsımıza ait olup sorumlusu da biziz. Ve tespitimizi eleştirme cesareti büyük gaflete işaret eder’ deriz.
Herhangi bir parti olsun diye kurulmayan Ak Parti’ye Milletimizin teveccüh gösterdiği kadar Sn. Davutoğlu ve Babacan’da aynı düşüncelerle sahiplenmiş, zaman içinde üst düzey makamlara bile gelmişlerdi. Bize ‘merhamet toplumu olma bilincini’ onlar öğretmiş, tavsiye etmişlerdi. Bugün hangi adreste olurlarsa olsunlar, merhamet toplumu olmaya ya hiç inanmadılar ya da inançlarından çoktan vazgeçmiş noktadalar. Bize göre bu ikisi de doğru.
Aksi olsaydı göçmen karşıtlığı ve provokasyonlarına karşı şu ana kadar çok söz söylemiş olacak, ‘Kdv’si içindeki altılı masa’yı çoktan devireceklerdi.
CHP’li Canan Kaftancıoğlu kadar dahi erkek (siyaseten) olamadılar. Amacı şerre hizmet olsa da Kaftancıoğl’unun açıklaması “göçmenlerin zorla gönderilemeyeceği” yönünde. Bunlar ise Türkiye’nin taraf olduğu antlaşmalara göre göçmenlerin zorla gönderilemeyeceğini dahi söyleyemediler.
Bu tespitleri yaparken iktidar cenahını sabunla yıkayıp arıttığımız düşünülmesin. Onların içinde de azımsanmayacak miktarda ‘kıblesi belirsizler’ var.
Ensar’lık için ‘günümüzde ensarlık olmaz’ diyerek konuyu elbette rafa kaldırmayacağız. Güncel konjonktür neyi icbar ediyorsa ona göre yol, yöntem belirlenmeli ve durum ona göre yönetilmeli.
Müslümanların hiçbir tarihte arsız misafirini dahi evlerinden kovdukları duyulmamış, görülmemiştir.
Adını anmayı arzu etmesem de art niyetli olsa da Kaftancıoğlu’nun söylemi aklın ve mantığın kabul ettiği yoldur diyerek bitirmeliyiz. Çünkü gerçek bir tanedir, tektir.
Selam ve sevgi ile.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.