DOLAR 41,9953 0,34%
EURO 48,7943 0,55%
ALTIN 5.579,340,89
BITCOIN %
İstanbul
22°

KAPALI

02:00

İMSAK'A KALAN SÜRE

Halis ÖZDEMİR

Halis ÖZDEMİR

20 Ekim 2025 Pazartesi

Mısır’a koşmak ellerindeki kanı temizlemez!

Mısır’a koşmak ellerindeki kanı temizlemez!
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Katiller Mısır’a Koştu!…

Filistin Gazze’de Ateşkesin Fırsatçıları!…

Dünya kaybetti!…

Katiller Mısır’a koştu.

Ateşkes anlaşmasında fotoğraf vermek için koştular, baş katilin arkasına dizildiler!

Mısıra gitmek onların elindeki kanı yıkamaz!

Mısıra gitmek müslüman liderleri sorumluluktan kurtarmaz.

Ateşkes Gazzeli mazlumlara bir nefes aldıracak onların hayatta kalmalarını sağlayacaktır.

Onun için çok değerlidir.

Bu işin bir yanı.

İşin diğer yanına gelince;

İspanya gibi birkaç batılı ülke hariç, Gazze’nin katilleri, Gazze soykırımının işbirlikçileri, etkisiz silik başkanları Mısır’da ateşkes anlaşmasını fırsata çevirdiler!

Almanya başkanına, İngiliz başbakanı ve diğerlerine bakar mısınız?!

Sanki İsrail’e silah sağlayan katliamı son anına kadar destekleyen bunlar değillermiş gibi baş katilin arkasına dizildiler!

Utanmaz bunlar, utanmaz!!!

Barışa koştular öyle mi?

Hayır hayır!

Barışa koşmadılar tarihi yanıltmak, tarihe sahte kayıt düşmek için oradaydılar.

Onlar katilliklerini, onlar zalim katil siyonist işgalci İsrail’e yaptıkları desteği gönderdikleri bombaların üzerini örtmek için oradaydılar!

Tarih huzurunda mahkum olmamak için oradaydılar.

Onlar leş yiyiciler!

Onların çoğu o kadar sahtekar, o kadar namussuz, o kadar yüzsüzler ki başlarında baş katil “Barış” naraları atıyorlar!

Kimse de sormuyor?!

Gazze’ye atılan bombaları siz göndermediniz mi diye?!

Baş katil, ”yirmi esiri kurtardık onlar dar tünellerde kötü şartlarda yaşadı, onları kurtardık” diye hayıflanırken yüzbinlerce Gazzeli’nin katledilmesini hiç konu etmiyor!

İsrail’de konuşmasında katilin istediği ismini bile duymadığı son sistem silahları bombaları gönderdiğini övünerek anlatıyor!
Katillerin ellerini kahraman edası ile kaldırıyordu!

Ve arkasından Nobel’e adaylıktan dem vurabiliyor bu yüzsüz katil!

Amerikan üniversitelerinden birinin araştırmasına göre, ABD İsrail’e Gazze saldırılarında kullanılan silahların yüzde 70’ini ABD’nin karşıladığını ve 22 milyar dolar yardım yaptığını ilan ettiler.

Siz var ya siz!

Tarihleriniz işgalle dolu,

Tarihleriniz katliamla,

Tarihleriniz sömürü ile

Tarihleriniz soykırımla dolu!

Bir de kalkmış Mısır’a koşmuşsunuz!

Hem de patronunuzun arkasına dizilerek!

Sırıtarak utanmadan!

İslam ülkeleri denilen ülkelerin hemen hemen hepsi işbirlikçi korkak yöneticilerin elinde!

Neye layıksanız öyle yönetilirsiniz.”

İslam ülkeleri denilen ülkelerin halkları masum mu?

Size soruyorum masum mu?

Gazze’de çocukların üzerine ateş yağarken!

Maç seyreden seyirci gibi; “dayanın kahramansınız!” diyerek çaylarını yudumlayarak film izler gibi izlemediler mi?

Gazze soykırımını dünya film izler gibi izledi!

Gazze turnusol kâğıt oldu.

Gazze’de devletler, medeniyetler, demokrasi denen şeytanın manivelası, vicdanlar milletlerarası savunma örgütlenmeleri sınav geçirdi.

Sınavı kaybettiler!

Bu soykırımcı emperyalist gücü hak sebebi sayan kendilerini üstün gören ırkçıların sonu geldi!

Yüzlerindeki maske Gazze’de düştü!

Din, dil, milliyet demeden bazı insanlar kazandı!

Ülkelerinde jop yediler, tartaklandılar, aşağılandılar üniversitelerinden kovuldular! İnsanlıklarını terk etmediler!

Bazıları böyle yaptı.

Dünya nüfusu sekiz milyar!

Dünya kaybetti!

Katiller Mısır’a koştu!

Mısıra gitmek onların elindeki kanı yıkamaz!

Mısıra gitmek müslüman liderleri sorumluluktan kurtarmaz.

Şimdi soruyorum sizlere:

Arakan’da kaç milyon müslüman yerinden yurdundan edildi ve Bangladeş sınırında açlıkla, yoklukla hayatta kalmaya çalışıyor?

Kaç Arakanlı Müslüman hayatını kaybetti?

Buyrun cevap verin!

Hiç aklınıza geldi mi?

Geldi ise ne aralıklarla geldi ve bu haksızlık karşısında ne yaptınız?

Müslüman liderler ne yaptı?

Müslüman devletler ne yaptı?

Demokrasi ve insan hakları havarileri ne yaptı?!

Demokrasi havarileri Arakan müslümanların katili soykırımcı Myanmar kadın Devlet Başkanı Ang San Su Çi’ye Nobel barış ödülü verdi!

Aynı barış ödülünü Gazze’ye bombalar gönderen Donald Trump istiyor!

Bunların barıştan, demokrasiden insan haklarından anladıkları bu!

Bunlar müslümanları insan kabul etmiyorlar!

Gene soruyorum:

Doğu Türkistan kadim müslüman Türk devleti, komünist Çin’in işgali altında ve milyonlarca doğu Türkistanlı kardeşimiz hapishanelerde, kamplarda, evleri ellerinden alınmış!

Çocukları ellerinden alınmış ve komünist olarak devşirilmekte!

Kaç cami yıkılmış, kaçı eğlence merkezi kaline getirilmiş?

Kaç Doğu Türkistanlı kadın tutuklu ve tecavüze uğruyor?

Bu zulme,

Bu katliama,

Bu soykırıma karşı ne yaptık ne yapıyoruz?

Kendimize soruyor muyuz?

Çin işgali Türkistan’daki diğer Türk devletlerinin sınırına dayanmış onları tahdit ediyor!

Kimin umurunda?

Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır.”

Ha bu arada “bunları söyleyip Çin’le Türkiye’nin arasını açmayın” diyenlere ise sözümüz yok!

Onlar muhatabımız değil!

Sonuç olarak;

Mısır’daki görüntüler kimseyi yanıltmasın.

Siyonistler/Evangelistler Arz-ı mevud hedeflerinden Armegeddon/ melheme-i Kübra karşılaşmasından, hesaplaşmasından asla vazgeçmezler.

Onların İsa Mesih dini inancıdır!

Şu anda onlar dünyada, insanlığı kalan insanların gazını aldılar, biraz dinlenip toparlanmak istiyorlar!

Hepsi o kadar!

Hedeflerinde elbette Türkiye var!

Kahrolsun siyonistler ve işbirlikçi iki yüzlüler!

Savaşın durdurulması ise;

Gazzeli müslüman halkın hayatta kalmaları demektir.

Gazze’ye ait doğalgaz yatakları yağmalanmış olsa da Hamas ve Gazze direnişi kırılmış olsa da Gazze’de müslüman halk bir nefes alacak, yeniden dirilecektir!

Barış ortamı tarih boyunca müslümanların lehine sonuçlar vermiştir.

Gene Filistin ve Gazze’de de hayırlı sonuçlar doğuracaktır,

Hamas önce Allah’a, sonra Türkiye’ye güvenerek silah bırakmayı kabul etmiştir.

Türkiye üstlendiği bu sorumluluğu bi hakkın yerine getireceğine inancımız tamdır.

Herhangi bir gevşeklik önlenemez tehlikeli sonuçlara gebedir!

İlgililer işin hassasiyetini, karşıdakilerin şeytanın aklına gelmez hilelere baş vuracakları da unutmayacaklardır.

Türkiye büyük sorumluluk üstlenmiştir.

Allah yardımcımız olsun!

Gazze’de bombalar ne kadar susacak hep birlikte göreceğiz!

İstersen sulh-u salah hazır ol cenge.”

Vesselam.

Devamını Oku

Filistin Gazze’de ateşkes ne anlama gelmektedir?

Filistin Gazze’de ateşkes ne anlama gelmektedir?
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Altı yüz bin civarında Filistin Gazzeli bombalarla katledildi!

Peki ne için?

Gazze’nin trilyon dolarlık doğalgaz kaynaklarını yağmalamak için!

Yağmacı ABD ve İsrail Gazze’nin doğalgazına çöreklendi!

Katliam sürerken kan oluk oluk akarken sivil halk, çoluk çocuk, hasta yaşlı demeden katledilirken bir soykırım sürerken ne oldu?

İsrail  Enerji Bakanı, 7 Ekim’den üç hafta sonra altı şirketten oluşan iki konsorsiyuma 12 adet lisans verdi. İngiliz BP, içinde Azerbaycan şirketi SOKAR da dahil, diğeri İtalyan ENİ enerji devi önderliğinde gaz arama izni içeren 12 lisans!

İsrail ve Arap ortaklı New MedEnergy şirketleri, İtalyan ENİ grubunda Güney Kore şirketi Dana Ratio

Energy gibi İsrail ortaklı şirketler var.

Özetle; Gazze kıyılarında ve Doğu Akdeniz’e uzanan trilyonluk doğal gaz rezervleri; ABD İngiliz ve İtalyan, İsrail ve bazı Arap ülkelerine ait şirketler arasında paylaşıldı. Paylaşım da içinde pay kavgası devam ederken bunun  dışarda kalan ülkeler de seslerini yükselterek Filistin halkını düşünüyormuş gibi barış ve ateşkes demeye başladılar!

Bunlar zalim!

Bunlar soykırımcı!

Bunlar emperyalist, sömürgeci!

Bunların tarihleri geçmişleri böyle!

On binlerce çocuk öldü ya da yaşayanlar sakat kaldı!

Hastanelere, okullara, evlerin üzerine çadırlara barakalara binlerce ton bomba atıldı!

Bunu sapkın siyonist yahudi ABD ve müttefiklerinin desteği ile yaptı!

Gücü hak sebebi sayan zihniyet; Irak’ı, Yemen’i, Suriye’yi, Libya’yı kan revan içinde bıraktı!

Yeraltı ve yer üstü kaynakları yağmalandı!

Bombaladıkları okullarda, hastanelerde binlerce çocuk kadın ve hasta hayatını kaybetti.

Bu sapkınların vicdanında en ufak bir kıpırdanma olmadı.

Ya Müslüman’ım, Türk’üm” diyen zulme rıza gösteren “kınamanın” ötesinde kılını kıpırdatmayan işbirlikçilere ne demeli?

Onlar da anlamazlar,  anlamayacaklar ama biz söyleyelim: Ahiret var, hesap günü var!

Boynuzsuz koyunun boynuzlu koyundan hak isteyeceği ilahi adaletin terazisi var!

Öyle ya cennet, de cehennemde boşa yaratılmadı!

İnsanlık kaybetti!

Gazze’de ateşkes!

Filistin Gazze’de ateşkes anlaşması, Gazze halkının canlarını kurtarmak için son derece zorunlulukla yapılmıştır.

Karşılığında yetersiz olan silahlardan arındırılmakla birlikte birde ondan da önemlisi “direniş” yapısı olan Hamas’ın Gazze ve Filistin’de etkisi kırılmış, Filistin’de direniş kırılmıştır.

Gazze’nin doğalgaz kaynaklarına çökülmüştür!

Buna rağmen; barış ortamı İslam tarihinin her safhasında İslam milletinin lehine sonuçlanmıştır.

Gazze’de de böyle olacağına inanmaktayız!

Türkiye, bağımsız Filistin devleti kuruluncaya kadar işin peşini bırakmayacak.

Mescidi Aksa ve Filistin halkı güvenliğe kavuşacaktır.

Şimdi sıra bağımsız Filistin devletinin kurulmasına gelmiştir. Filistinin sınırları belirlenmelidir. Sınırları olmayan devlet, devlet olmaz!

Bağımsız Filistin devleti zorunludur!

Batı Şeria ve Filistin’in tamamı hiç unutulmamalıdır.

Filistin’in tamamında işgal ve zulüm devam etmektedir.

Zulüm durdurulmalıdır!

Gazze’ye gönderilecek barış gücü askerleri Filistin’in her tarafına yerleştirilmelidir.

Umut etmek isterim ki; Doğu Türkistan ve Arakan Müslüman mazlum milletlerinin de canları, malları, ırzları korunacak tedbirler alınır!

Doğu Türkistan’a, Arakan’a sırtını dönenler, görmemeyi tercih edenlerin vicdanları harekete geçer!
Aksi halde kadim Müslüman Türk milletinin soykırımını, yok edilişlerini hikaye dinler gibi dinlemezler!

Dedik ya; ahiret var, hesap günü var cennet, var cehennem var herkes yerini buradan ayırt ettirmekte olduğunu aklından çıkarmamalıdır!

Gazze soykırımının ve ateşkesin dünyaya anlattıkları;

Filistin Gazze müslümanlarının terörist olmadıkları, zalim olmadıkları, masum oldukları ve tarihe geçen sağlam inanç sabır ve direnişleri dünya milletlerince anlaşılmıştır.

Dünya da insanların İslam ile tanışmalarına ve bir kısım insanın da müslüman olmasına vesile olmuştur.

-İsrail ve siyonist Yahudilerin gerçek yüzleri anlaşılmış, masum olmadıkları ve ne denli sapkın oldukları ortaya çıkmıştır.

-Dünya milletleri Siyonist Yahudilerin sapkın ve soykırımcı oldukları ve insanlık için büyük tehlike arzettikleri anlaşılmıştır.

-Dünya ekonomisi ve ekonomi düzeni siyonistlerin kontrolünde olduğu ülkeler tam bağımsız olmadıkları milletlerce anlaşılmıştır!

Siyonistlerin Arz-ı Mevud ve İsa Mesih İnancıTanrıyı Kıyamete Zorlamak”, “Tanrıyı Dünyaya indirmek” gibi sapkın inancı dünyayı ateşin içine sürüklemektedir!

ABD, İsrail’in korunmasını kanunla uhdesine almış, İsrail’e silah para ve diplomasi desteği vermeye mecbur hissetmektedir.

ABD yönetiminde siyonistlerin varlığının ötesinde ABD yönetiminin de siyonistlerin emrinde olduğu dünya kamuoyu tarafından anlaşılmıştır!

-İsrail’in elinde dünyayı ateşe verecek, dünyayı yok edecek nükleer ve kimyasal silahların varlığı da ortaya çıkmıştır.

Sapkın Siyonist İsrail yönetimi ve siyonist halkı bütün insanlığı hangi inanca sahip olurlarsa olsunlar kendilerinin hizmetkarı olduğuna inanmaları daha da vahimi çocuk öldürülmesi ve kanının içilmesi gibi sapkınlıklara dini inanç olarak inanmış olmaları ki;  “çocuk kanı içme, çocuğa cinsel taciz -iğneli fıçı- ritüelleri” ile çocuk kanı içtiklerine dair ABD’de yapılan bir operasyonla ortaya çıkmış ancak siyonist hakimiyet sebebi ile ABD’de bu operasyonun üstü örtülmüştür.

-Siyonist örgütlenmeler dünyada siyasetçi, diplomat ve iş insanı gibi etkin şahsiyetlerin özel hayatına ait sırları ele geçirerek şahısları “sırlarının esiri” haline getirerek kontrol altına almaktadır.

-Dünya insanlığı görmüştür ki siyonist Yahudiler dünyanın başının belasıdır ve onların silah, para ülkelerin yönetimi gibi enstrümanlar kontrollerinde olduğu sürece dünya hiç emin bir yer olmayacaktır.

Gelelim İslam milletinin durumuna…

Gazze’de yaşanan soykırım göstermiştir ki;

-İslam ülkeleri olarak ifade edilen başta Arap ülkelerinin yönetimleri tamamına yakını işbirlikçi ve korkaktır!

Türkiye’yi yalnız bırakmışlardır.

-Arap ülkelerinin bazılarının yöneticilerinin sessiz kalacağını düşünmüştüm!

Ancak katil İsrail ile işbirliği içinde hareket edeceklerini, bu kadar alçaklaşabileceklerini öngörmemiştim.

Onun için de İsrail Gazzeyi işgal edemez!

Gazze’ye kara harekatı yapamaz demiştim.

Hırsız/hain içerden olunca kapı kilit tutmuyor!

Bunların ihaneti eşine az rastlanır türdendir!

Katil Netanyahu’nun işbirlikçilere: Beni konuşturmayın!” tehdidini hatırlatırım!

-İslam ülkeleri olarak ifade edilen ülkelerin ekonomileri kırılgandır!

Dış müdahaleye açıktır.

-İslam ülkeleri olarak ifade edilen ülkelerin silahları caydırıcı noktaya henüz gelmemiştir.

Türk ve Müslüman devlet ve topluluklara gelince…

-Komünist SSCB’den ayrılmış Türk ve Müslüman devletler henüz dış siyasette Rusya’nın etkisi altındadırlar.

-Bu ülkelerin gerek idarecileri ve gerek halklarının büyük çoğunluğu  milli şuur ve dünya gerçekleri ile tam anlamı ile yüzleşmemişlerdir.

Özellikle Azerbaycan’ın bu süreçte İsrail’e aralıksız uçak yakıtı göndermesi yönetimlerinde Yahudi unsurlar olabileceği veya insan hakları ve -İslam kardeşliği- şuurunun gelişmemiş olduğu gerçeği ile bizleri karşı karşıya bırakmıştır.

Daha ileri giderek Azerbaycan’da halka soykırımcı İsrail yönetiminin haklı olduğu propagandası işlenmiş, Azerbaycan halkı maalesef bu süreçte soykırımcı İsrail’i haklı görmek gibi tarihi hatanın içine itilmiştir.

Türkiye, Azerbaycan ve Türk devletleri ile ilişkilerinde bu durumlardan ders çıkarmalı ve kardeş ve ülkelerde milli şuur ve kardeşlik ruhunun gelişmesi için çalışmalar yapmalıdır!

Türk devletleri ile ilgili mevcut teşkilatma ve yönetimle zaman kaybedilmektedir.

Anlaşılmıştır ki; öncelikle işin başında arz-ı endam edenler bu işin önemine inanmaları gerekmektedir! Bu mesele lakayt/gırgırcı/mizahcı karekterlerin asla işi değildir!

Onun için zaman kaybetmeden yönetim ve yönetim anlayışı değiştirilmelidir.

Zaman su gibi akıp gitmekte olduğu gibi önümüzdeki süreçler başta Müslüman Türk devlet ve topluluklarının güçbirliği içinde hareket etmelerini hayatta kalmalarının şartı haline getirecektir!

Bu mesele şakaya gelmez!

Sen, ben bizim oğlan” mantığı ile bir yere varılmaz!

Bir defa daha bizden söylemesi!

Sonuç olarak bir daha görülmüştür ki;

-” Küfür tek millettir.”

-“İstersen sulhu salah hazır ol cenge.”

-Türkiye gerek para politikaları bakımından ve ekonomik özgürlük ve gerekse savunma ve savaş sananayiinde caydırıcı duruma gelmesi hava gibi su gibi zorunludur!

Ne Türkiye ve ne de mazlum coğrafyamız siyonist sapkınların ve onların işbirlikçilerinin vicdanına bırakılamaz!

Türkiye’nin savaş, savunma sanayii ekonomi ve politika da tam bağımsızlığa kavuşması sadece Türkiye için değil, mazlumların da can güvenliği dünyanın emin bir yer olması anlamına gelmektedir!

Aziz milletimiz ve aziz devletimiz dünya var oldukça var olacak, dünyada barış ve huzurun garantisi olacaktır.

Vesselam.

Devamını Oku

Doğu Türkistan Uygur Medeniyeti ve Kültürü… (6)

Doğu Türkistan Uygur Medeniyeti ve Kültürü… (6)
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Bilimin Medeniyetin Beşiği Doğu Türkistan, Uygur Medeniyeti ve Kültürü…

Türkistan özelinde Uygurlar da müzik ve müzik enstrümanları konusunda ise, çok değerli Dr. Gülzade Tanrıdağlı ile yaptığımız söyleşiyi sizlere arz ediyoruz.

Soru: Gülzade hanımefendi Uygur müziği, Uygur tarihi kadar eski olduğu iddiaları hakkında ne dersiniz?

Cevap: (Dr. Gülzade Tanrıdağlı)

Uygur müziğinin milattan önce dördüncü ve beşinci yüzyıllarda gelişmiş bir seviye arz ettiği yazılı kaynaklardan anlaşılmaktadır. Uygurlar  milattan önce Tanrıdağları, Koinlun, Karakurum ve Altındağ vadilerinde yaşarlarken müzikleri çok hoş olarak tanınmaya başlar.

İcra ettikleri müzik ve kullandıkları müzik aletleri gittikçe etraf komşu halklara yayılır.

Bu yayılma sadece kendi topraklarıyla ve diğer Türk boylarıyla sınırlı kalmayıp, ünü Çin’e kadar gider.

Uygur müziği Çin saraylarına davet edilen ve onların tarih kitaplarında hayranlıkla bahsedilen bir müzik olmuştur.

Asırlar sonra da Uygurlardan Çin’e geçen müzik aletlerinden üflemeli ve yaylı çalgılar hala Çinliler tarafından kullanılmaktadır.

Hatta  Çin’e geçen Uygur yaylı çalgının adı hala “Huçin /Erhu” yani Uygur çalgısı olarak adlandırılmaktadır.

Soru: Uygur müziğinin Uygurların İslamla müşerref olmaları sonrası gelişmeleri hakkında ne dersiniz?

Cevap: Uygur müziği tarih boyunca her dönemde daha gelişerek,  zenginleşerek devam ederken

Karahanlılar dönemine gelindiğinde islamiyetin girmesiyle

müzikte bazı içeriklerin eklenmesi veya yenilenmesi makamları zenginleştirmiştir.

Karahanlıların tesir dairesinin gittikçe genişlemesi ile Uygur müziği ve makamı diğer Türk boylarından başka yine Arap, Fars ve Hintliler arasına kadar yayılır.

Doğu Türkistan’da 16. yüzyıl Saidiye-Yarkent devleti dönemi Uygur musikisi için adeta bir dönüm noktası olmuştur.

Soru: Uygur müziği makam zenginliği bilinen bir gerçektir.

Bu konuda neler söylersiniz?

Cevap: Meşhur Uygur 12 makamı o dönemde, dönemin padişahı Abdürreşit Han’ın desteğiyle hanımı (kraliçe) Amannisahan’ın bizzat icrasıyla ve müzikşinas Sadrazam Kıdırhan Yarkendi ile birlikte onlar tarafından tamamlanmıştır.

Kendisi makamşinas ve şairdir. Onlar memleketteki bütün meşhur Uygur sanatçıları saraya toplayarak Uygurların tüm etnik yaşam özelliklerini içinde barındıran büyük çaptaki takımlaştırılmış Uygur 12 makamını derlemişlerdir.

Musiki üzerinde yapılan bu değerli çalışmalar, Uygur bölgesini Asya’nın kültür merkezi durumuna getirmiştir.

Soru: Uygur klasik makamının çok zenginliğinden bahsedilmektedir?

Cevap: Evet Uygur klasik 12 makamı bir müzik kâmusu niteliğinde olup, toplam hacmi 320 nağme ve 3123 mısra metinden oluşmaktadır.

Aralıksız çalınıp icra edildiğinde 24 saat sürede ancak tamamlanır. Uygur 12 makamının adları sırasıyla şu şekildedir:

1.  Rak makamı

2. Çebyat makamı

3. Müşavirek makamı

4. Çargah makamı

5. Pencikgah makamı

6. Özhal makamı

7. Acem makamı

8. Uşak makamı

9. Bayat makamı

10. Nava makamı

11. Segah makamı

12. Irak makamı.

20. yüzyılın ortasına kadar daha nota olayı yokken bile nesilden nesile canlı söylenerek bize kadar gelebilmesi, müzik sanatının Uygurların hayatında tuttuğu yerin önemindendir.

Nitekim bugün her Uygur ailesinin duvarlarında baş köşede asılmış bir müzik aleti mutlaka vardır.

Ailede çalabilen olsun veya olmasın genelde en çok ‘dutar’ muhakkak her ailenin duvarlarını süsler.

Eve misafir gelindiğinde yemekten sonra misafiri onure etmek için bir fasıl çalınır.

Müzik icra edebilen saygı görür. Müzik ve müzik aleti adeta kutsanırcasına bir duygu mevcuttur.

Müziksiz düğünler ve kutlama toplantıları düşünülemez.

Bildiğimiz sıra geceleri tarzındaki “meşrep” geleneği  adeta okul gibidir.

Bu gelenekten dolayı nesilden nesile aktarılmıştır.

Batının müzik tarihçileri de, müzik için, “müzik dünyanın doğusunda doğmuştur” diyerek Orta Asya’da yine o coğrafyayı işaret ederler. Uygurların 12 makamı UNESCO tarafından korunması gereken dünya kültür mirası listesine alınmıştır. (2012)

Gülzade hanım gerçekten çok önemli ve ayrıntılı bilgiler verdiniz çok teşekkür ederim.

Bildiğimiz kadarı ile siz aile olarak da Uygur Müziği ve Kültürü konusunda eğitim ve uygulamalar yapmaktasınız.

Bu konudaki hizmetleriniz takdire şayandır.

Bize zaman ayırdığınız için tekrar  teşekkür ederim.

Değerli okuyucularımız altı başlık altında sizlere sunduğumuz bilgiler,  Uygur kültürüne hizmet yolunda katkı sunması dileğimizdir.

Değerli bilgilerini bizlerle paylaşan;

“Doğu Türkistan Tarihini Dr. Nurettin İzbasar’a (Aktivist/Tarihçi)

-Türkistan/Doğu Türkistan’da başta Tıp bilimi, bilim, ilim ve sanat alanında dünyaya öncülük eden Uygurlar’ı Prof. Dr. Muttalip Emçi’den,

-Yemek Kültürü’nü Şair Yazar Nurala Göktürk’den,

-Giyim Kuşam Kıyafet Kültürünü moda tasarımcısı Kadriye Ofer (Wufuer)’den,

-Nişan, Düğün, Evlilik Merasimleri STK temsilcisi Menzure Teklimakan Er’den,

-Türkistan Müzik Kültürünü müzisyen eğitimci Dr. Gülzade Tanrıdağlı, olmak üzere ayrı ayrı teşekkür ederim.

Halis Özdemir

Devamını Oku

Doğu Türkistan Uygur Medeniyeti ve Kültürü… (5)

Doğu Türkistan Uygur Medeniyeti ve Kültürü… (5)
0

BEĞENDİM

ABONE OL


Bilimin Medeniyetin Beşiği Doğu Türkistan Uygur Medeniyeti ve Kültürü…

Uygur Giyimi, Kültürü ve Medeniyetinin Zamana Yolculuğu…

Bu konuyu Uygur aktivist, moda tasarımcısı sayın Kadriye Ofer (Kedeliya Wufuer), ile konuşacağız.

Kadriye hanım, konuya geçmeden önce moda tasarım eğitiminizi Türkiye’de aldığınızı ve sizi kamuoyunun Uygur soykırımına karşı verdiğiniz mücadeleden tanımakta özellikle bizzat hazırlayıp sunduğum ‘Vizyon’ adlı tv. programından da tanımaktadır.

Size sorum: Kadim Uygur Müslüman halkının medeniyet yolculuğunda giyim, kuşam ve kültür konusunda neler söylemek istersiniz?

Cevap: Uygur halkı, binlerce yıllık tarihiyle Orta Asya’nın en köklü ve zengin medeniyetlerinden birini temsil eder.

Bu medeniyet, yalnızca yazılı kaynaklarla değil; aynı zamanda halkın günlük yaşamı, gelenekleri, sanatı, ve giyimiyle de yaşamaya devam eder.

Uygur giyim kültürü, sadece bir süs ya da zarafet değil, aynı zamanda bir kimlik, bir tarih ve bir hafızadır.

Soru: Uygur kültürü ve gelenekleri kimliğin temel taşları denilince nelerden bahsedilebilir?

Cevap: Uygur kültürü, İpek Yolu’nun kalbinde doğmuş; Çin, Türk, Pers ve İslam etkilerinin harmanlandığı, çok katmanlı ve zengin bir yapıya sahiptir.

Aile yapısı güçlüdür, geleneksel bayramlar, düğünler ve doğum kutlamaları gibi toplumsal olaylarda geleneklere sıkı sıkıya bağlı kalınır. Müzik ve dans, Uygur yaşamının ayrılmaz bir parçasıdır.

Özellikle “On İki Muqam” adlı geleneksel müzik, hem bir sanat formu hem de bir kimlik anlatısıdır.

Soru: Geleneksel Uygur giyiminde kumaşın ile tarihe dokunmak isterseniz?

Cevap: Geleneksel Uygur kıyafetleri, hem erkekler hem kadınlar için özel anlamlar taşır.

Kadınlar, genellikle ipekten dokunan ve “Atlas” adı verilen kumaştan yapılmış uzun, renkli elbiseler giyerler.

Bu kıyafetler çiçek desenleriyle süslenir, canlı renklerle bezenir. Başörtüsü, uzun örgülü saçlar, gümüş takılar ve işlemeli ayakkabılar geleneksel kıyafetin tamamlayıcı unsurlarıdır.

Soru: Erkeklerin belirleyici kıyafetleri?

Cevap: Erkekler ise geniş paçalı pantolonlar, uzun gömlekler, işlemeli ceketler ve özellikle dört köşe, nakışlı başlık olan “doppa” ile tanınır. Bu giyimler sade görünse de her biri bölgesel farklılıklar taşır ve çeşitli sembollerle kimlik bildirimi sunar.

Soru: Uygur kıyafetleri ve medeniyet İlişkisini nasıl ifade edersiniz?

Cevap: Uygur kıyafetleri, yalnızca estetik değil, aynı zamanda medeniyetin bir yansımasıdır.

Her bir elbise, Uygur halkının doğayla ilişkisini, dini inançlarını, tarihsel süreçlerini ve sosyal yapısını temsil eder.

“Atlas Kumaşı”, Uygurların ipek üretimindeki ustalığını, ticaretteki rolünü ve estetik duyarlılığını gösterir.

Soru: Kıyafetler bölgesel fark gösterir mi?

Cevap: Kaşgar, Hoten ve Turfan gibi tarihî şehirlerde ortaya çıkan kıyafet tarzları, bölgesel farklara rağmen ortak bir medeniyetin parçası olarak tanımlanabilir.

Bu giysiler, İpek Yolu boyunca başka kültürlerle karşılaşmanın sonucu olarak zenginleşmiş ve Uygur medeniyetinin sanat anlayışına dönüşmüştür.

Soru: Modern Uygur giyim tarzının gelenekle çağın buluşmasını nasıl izah edersiniz?

Cevap: Günümüzde Uygur gençliği, geleneksel kıyafetleri modern dokunuşlarla yeniden yorumluyor. Örneğin; Atlas kumaşıyla hazırlanan elbiseler artık modern kesimlerle tasarlanıyor.

Uygur modacıları, kültürel desenleri çağdaş kıyafetlere entegre ederek hem yerli hem de uluslararası moda dünyasında kimliklerini ifade ediyorlar.

Erkekler, klasik doppa’yı modern ceketlerle kombinleyip hem kimliklerini koruyor, hem de çağdaş tarzı yakalıyor.

Kadınlar ise hem günlük yaşamda hem özel günlerde geleneksel kumaşları giymeye devam ediyor; ancak bunları sadeleştirilmiş, modernleştirilmiş formlarda tercih ediyorlar.

Soru: Kıyafeti kültür ilişkisini nasıl ifade edersiniz?

Kıyafette renklerin bir anlamı var mı?

Cevap: Kıyafet bir dil gibidir.

Atlas, ince, parlak ve canlı renklerdeki ipek kumaşlara verilen addır.

Geleneksel Uygur kıyafetlerinde, özellikle kadın elbiselerinde bu kumaşlar tercih edilir.

Sadece bir giyim unsuru değil, aynı zamanda kadının asaleti, zarafeti ve kültürel kimliği olarak görülür.

Bu kumaşlar, sadece estetik olarak değil, kültürel anlamlarıyla da zengindir.

-Kırmızı: Mutluluğu ve kutlamayı temsil eder.

-Yeşil: Bereketin ve doğanın rengidir.

-Mavi ve mor: Asalet ve derinlik simgesidir.

Uygur halkı için kıyafet bir süs değil, bir dil gibidir.

Renkler, desenler ve kumaşlar; kişinin yaşını, evli olup olmadığını, hatta hangi bölgeden geldiğini anlatabilir.

Kıyafet, sadece bir bedeni örtmez; aynı zamanda kültürel aidiyeti, toplumsal duruşu ve tarihi hafızayı taşır.

Kırmızı renk genellikle mutluluğu ve canlılığı simgeler.

Motiflerde doğa unsurlarına, hayvan figürlerine ve tarihsel sembollere sıkça rastlarız.

“Atlas kumaşı”, sadece bir tekstil değil, bir kimlik göstergesidir. Özellikle düğünlerde, bayramlarda ve özel günlerde bu kıyafetler hâlâ sevinçle giyilir.

Bu yönüyle Uygur kıyafetleri, sadece bir giyim tarzı değil, aynı zamanda bir medeniyetin yaşayan kanıtıdır.

Uygur ipeği, sadece geçmişi anlatmaz, aynı zamanda bir direniş ve kimlik koruma aracı olarak da önem taşır.

Bugünün modasında bir Uygur kadınının üzerindeki ipek elbise, hem estetik hem de tarihi bir bildiridir.

Soru: Son olarak giyim kuşam hakkında söylemek istedikleriniz?

Cevap: Uygur giyim-kuşamı;  geçmişin izlerini bugüne taşıyan, modernleşirken özünü koruyan nadir kültürel miraslardan biridir. Kumaşın dokusunda bir tarih, deseninde bir inanç, renginde bir yaşam felsefesi vardır.

Uygur halkı, bu kıyafetlerle sadece bedenini değil, aynı zamanda tarihini, kültürünü ve kimliğini giyer.

Bugün modern Uygur kıyafetleri, geçmişle geleceği buluşturan bir köprüdür.

Ve bu köprünün her bir parçası, bir halkın onurla taşıdığı kültürel belleğidir.

Kadriye hanım teşekkür ederim Uygurların medeniyet yolculuğunda kıyafetin önemini kısa, öz, ayrıntıları ile anlattınız.

Çok teşekkür ederim.

Ayrıca Uygur halkının yaşadığı soykırım hapis ile annenizde  muhatap oldu ve yıllardır tutuklu anneniz ve diğer Müslüman Uygur halkının tez zamanda kurtuluşunu dilerim.

Cevap: Bu fırsatı verdiğiniz için ben size teşekkür ederi Halis bey. Uygurlar sizi Doğu Türkistan mücadelesine verdiğiniz destekten tanırlar hatta sizin 2009 Temmuz ayında Urumçi katliamı ile ilgili İstanbul Çağlayan meydanında gerçekleştirdiğiniz tarihi mitinge öncülük etmenizden de tanırlar ve size duacıyız çok teşekkür ederiz İyiki varsınız.

Dünyanın ve insanlığın Doğu Türkistan’da komünist Çin tarafından uygulanan soykırıma sessiz kalmamalarını soykırım suçuna sessiz kalarak ortak olmamalarını dilerim.

***

Doğu Türkistan Uygur Mutfak Kültürü ve Medeniyet Yolculuğu…

“İnsan ne yiyorsa o dur” sözü aslında yemek ve beslenmenin fıtrata uygun ve helal olmasının sırlayıcı ilkesidir dense yeridir.

Uygur mutfağı oldukça zengin olmakla birlikte pişirilmesinden ikramına kadar geleneksel yapısını koruyabilen dünya mutfaklarındandır.

Bu konuyu Uygur aktivisti ve aynı zamanda Uygur yemekleri konusunda öncü isimlerinden Nurala Göktürk hanımefendi, ile konuşacağız.

Soru: Nurala hanım kısaca kendinizi tanıtır mısınız?

Cevap: 1957 yılında Doğu Türkistan Yarkent de dünyaya geldim.

Ailem yoğun Çin zulmünden canlarını kurtulabilmek için 1961 yılında Afganistan üzerinden 1965 yılında Türkiye’ye göç etti.

Nurala Göktürk’ün kısa Biyografisi

1957 yılında Doğu Türkistan’ın Yarkent Vilayeti’nde dünyaya geldi. O dünyaya geldiği günlerde babası Seyit Abdul Velihan Hoca, Çin zindanlarında işkence çekmekte idi.

1961 yılında Çin’in ağır işkence ve zulmünden dolayı vatanları terk etmek zorunda kalan kafilelerle Afganistan’a göç eden ailesiyle birlikte göç etti.

Hamit Han Göktürk ile evlendi.

Biri erkek, üç kız dört evladı olan Nurala Hanımın şimdiye kadar dördü şiir, ikisi tercüme, biri “Doğu Türkistan Geleneksel Uygur Mutfak Kültürü” biri “Tanrı Dağlarından Erciyes’in Eteklerine Göç Hikâyeleri” ile birlikte 8 eseri yayınlandı.

1965 yılında Türkiye’ye sığınan Uygur kafileler devletin desteği ile Kayseri’ye yerleştiler.

Eğitimini tamamladıktan sonra halen evli olduğu eşi Hamit Han Göktürk ile evlendi.

Dört kız, bir erkek evladımız var.

Şir ve makalelerim yayınlanmıştır.

Uzun yıllar Doğu Türkistan vakfı ve Doğu Türkistan Kültür ve dayanışma derneğinde gönüllü olarak Kadın Kolları Başkanlığını yürüten Nurala Hanım, halen vatanlarında Türkiye İstanbul’a göç eden muhacir hanımlar ile alaka ve ilgisini sürdürmektedir.

Soru: Nurala hanım Uygur mutfağını ana hatları ile nasıl anlatırsınız?

Cevap: DOĞU TÜRKİSTAN UYGUR MUTFAK KÜLTÜRÜ…

Milletler kültürleriyle, gelenek görenek, örf ve adetleriyle varlıklarını sürdürürler.

Yüzyıla yakındır Çin

mezaliminin sömürgesinde yaşam mücadelesi vermekte olan Uygur halkı da öz kültürlerini yaşayıp,

yaşatarak ayakta kalmayı başarmışlardır.

Dünya medeniyetlerine çok sayıda yenilikler katmış olan Uygur halkının kültürde, medeniyette dünya milletlerinden çok önde olduklarını tarih sayfalarında görmemiz mümkündür.

Tarım da, hayvancılıkta, el sanatlarında bir zamanlar çığır açmış olan Uygurların mutfak kültürleri de bir o kadar uzun geçmişe dayanır.

1400 yıllarında uzak doğuya ziyarete gitmiş olan ünlü gezgin

Marco Polo, seyahatleri esnasında Doğu Türkistan’a da uğramış Uygurların mutfak sanatlarına hayran kalmıştır. Bugün dünyanın İtalyan makarnası, İtalyan mantısı diye bildiği pek çok yemeği o tarihlerde ünlü gezgin ülkesine ustalar götürmek suretiyle taşımıştır.

Soru: Nurala hanım bu konuda sizin bizzat çalışmalar yaptığınız bilinmektedir.

Yaptığınız çalışmalardan bahsedermisiniz?

Cevap: Ben çok küçük yaşlarda Çin zulmünden dolayı vatanlarını terk etmek zorunda kalan muhacir

ailelerden birinin çocuğu olarak öz vatanıma ve öz kültürüme hasret büyüdüm.

Ailemden öğrendiklerimle başlayan kültür merakım yaşım ilerledikçe benimle birlikte büyüdü. Kültürümüzün tanıtılması ve yaşatılması açısından kendi çapımda birçok çalışmalar yaptım. Bu çalışmalardan biri

olan mutfak kürümüzü “Doğu Türkistan Geleneksel Uygur Mutfak Kültürü” adlı eserimde toplamayı

Cenabı Allah bana nasip etti. Çalışmalarım sırasında 70-80 yaş üstü büyüklerimden yemeklerimiz

konusunda bazı bazı atasözleri, deyimler ve efsanevi hikâyeler de öğrendim.

Uygurlar’ın dünyada en sağlıklı beslenen en uzun yaşayan milletlerden biri olduğunu gördüm.

Soru: Uygur mutfağının beslenme usulünün mevsimlere ve mizaca göre şahısların durumlarına göre değiştiği konusunda neler söylersiniz?

Cevap: Uygurlar sağlıklı beslenmenin yanısıra, sağlıklı içecekler tüketerek dengeli beslenmeyi başarmış bir

millettir.

Uygurlarda mizaç çok önemlidir. Dünümüzde dünya milletleri insan mizacını yeni, yeni keşif

ederken, Uygurlar geçmişten günümüze kişilerin mizaçlarına göre ve mevsimlere beslenmektedirler.

Örneğin; kış mevsimlerinde genellikle kalorisi yüksek ve sıcak mizaçlı yiyecekler tüketirken, yaz

mevsimlerinde ise daha hafif yiyecekler tüketilmektedir.

Çaylarda aynı şekilde çok çeşitli olup yemeğin durumuna ve kişilerin mizacına göre tüketilir.

Ottan, çöpten dediğimiz soğuk mizaçlı çaylar, sıcak mizaçlı yemeklerle tüketilirken, baharat türlerinden elde edilen çaylar soğuk mizaçlı, kalorisi düşük yemeklerin ardından tüketilir.

Uygur mutfağında doğumdan ölüme dek değişen beslenme usulleri diğer milletlerde yok denilecek

kadar azdır.

Uygurlar, lohusanın hamilelik döneminden itibaren beslenmesine özen gösterir.

Lohusalık döneminde ise 40 gün özel bakıma alınır.

Anne sağlıklı ve mutlu olmalı ki aileyi ayakta tutabilsin.

Erkek çocuklar sünnet çağına geldiğinde sünnet öncesi ve sonrası özel bakıma alınır.

Düğün yemekleri, merasim yemekleri, cenaze yemekleri ailelerin durumlarına göre ikramda değişikliler gösterse de oldukça zengin ve çeşitlidir.

İçeceklerde yukarıda arz ettiğimiz gibi, mevsimine göre Türk

mutfaklarına özgü ayran, şerbet ve soğuk sıcak çaylar olarak tüketilir.

Araştırmalarım sırasında gözlemlediğime göre Türk dünyasının mutfak kültürünün kalbinin attığı yer: Doğu Türkistan Uygur mutfağıdır.

Türk mutfakları genel olarak damak tadı ve biri birinin uzantısıdır.

Bazı yemeklerin isimleri ve kullanılan malzemelerin benzerliği kardeş mutfaklarla örtüşmektedir.

Soru: Doğu Türkistan Uygur mutfağının ana hatlarından bahseder misiniz?

Cevap: Bu konuda sayfalarca makale yazmak mümkün olsa da ben burada yine sözü Doğu Türkistan Uygur

mutfağıyla devam edeceğim.

Doğu Türkistan Uygur mutfağında geleneksel yemek çeşitleri…

Doğu Türkistan Uygur mutfağına ait yemekleri dört ana kategoriye ayırmamız gerekirse; pirinç

yemekleri, unlu ve sebzeli katı yemekler, çorbalar, sebze türlüleri, ekmek çeşitleri, helvalar ve pasta

türleri, mısır unu yemekleri, nevruz aşı, çaylar ve soğuk içecekler diye kategoriye ayırabiliriz.

1-Pirinç yemekler: Yemeklerin şahı sofraların sultanı etli havuçlu Türkistan pilavı başta gelir.

Kardeş ülkelerde her ne

kadar Özbek pilavı, Buhara pilavı, Türkmen pilavı diye bilinse de, Pilavlar 20’yi aşkın çeşidiyle en çok

Uygur mutfağında görülmektedir. Havuçlu pilav, etli ve havuçlu yapılmasının yanısıra çeşitli sebzelerle ve haşlanmış yumurta ilavesiyle zenginleştirilip farklı çeşitleriyle yapılabilen çok besleyici, çok lezzetli ve az masraflı bir yemek türüdür.

Beyaz pilav, nohutlu pilav, baharatlı pilav, kıymalı pilav, kabaklı pilav,

acılı pilav, tavuklu pilav, yarma pilavı, mısır pilavı gibi günümüzden çoktan unutulmaya yüz tutmuş

onlarca pilav çeşitlerimiz benim yaşımdakilerin bile çoğunun bilmediği pilav türlerinden bazılarıdır.

Onlarca çeşidiyle yöreden yöreye ustadan ustaya yapımında, malzemesinde ve lezzetinde farklılıklar gösteren Türkistan pilavı için ayrıca bir kitap yazılsa yeridir.

Pirinç çorbası, genellikle kış çorbası olarak tüketilirken, yazında hastalar ve lohusalar için şifalı çorba

türlerinden olarak tüketilir.

Şorpa gurunç dediğimiz pirinç çorbasının içine kuzu eti, soğan, sarımsak, domates, biber çeşitleri, şalgam, havuç, ıspanak konur. Kişniş ve nane pirinç çorbasına çok yakışır.

Arzuya göre karabiber, limon veya sirke ilave ederek sıcak tüketilen pirinç çorbası sağlıklı, besin değeri

yüksek hafif bir çorba türüdür, şifalı olduğu kadar çok lezzetlidir.

2-Unlu ve katı yemekler:

Katı yemekler diye söz ettiğim hamur işleri Doğu Türkistan Uygur mutfağına özgü en kadim

yemeklerdendir.

Hamuru defalarca işlemden geçirerek makinadan çıkmış gibi ince ve düzgün hale

getirip haşlayıp üzerine sebze türlüsü ilave edilen yemeğin adını neredeyse duymayan yoktur.

Legmen Uygur mutfağının en yaygın en sevilen ana yemeklerindendir. Nerede bir Uygur varsa orada

Legmen vardır.

Legmenin onlarca yapılış türü vardır. Diğer yemeklerde olduğu gibi legmenin lezzeti kişiden, kişiye ve yöreden, yöreye değişir.

Sozma Legmen, kesme Legmen, eşme Legmen, kavurma Legmen, bazımen gibi isimlerle anılan bu

güzel ve kadim yemeklerimizin isimleri ve içine konulan malzemelerin isimleri çok acı bir durum ki, günümüzde Çince telaffuz edilmektedir.

Oysaki Kaşgarlı Mahmut Atamız Divanı Lügati Türk adlı

eserinin mutfak bölümünde Legmeinin adını “sozma aş” yani uzatarak, çözülerek yapılan aş olarak belirtmiştir.

Lokantalarda kalabalık topluluklar için yapılan bazımen aş (yani Legmenin diğer bir çeşidi)

için de “bağlama aş” demektedir.

Soru: Hamur ve et ağırlıklı mantı, çorba ve diğerlerinden bahseder misiniz?

Cevap: Hamurdan elde edilen çeşitli yemelerimizden bazılarını şu şekilde özetlemek mümkündür.

Buhar mantısı, buhar mantısı çeşitleri, Yağ mantısı, Su mantısı ve Su mantısı çeşitleri, çöp dediğimiz

hamurun oklavayla açılıp kesildikten sonra suda haşlanıp üzerine tereyağında kavrulmuş kıyma ve 3

domates biberden oluşan türlünün dökülüp tüketileni ve benzerleriyle çok çeşitli yapılan cengin bir

yemek türüdür.

3-Çorbalar Türk mutfaklarının olmazsa olmaz yemelerinden olup Doğu Türkistan Uygur mutfağında

onlarca çeşitleriyle çok sevilen ve misafire yemeklerin ilki olarak sunulan yemek türüdür.

Pirinçten, hamurdan, mısırdan ve mısır unundan elde edilen şifalı çorbalar için de ayrıca kitap yazılabilir.

4-Sebze türlüleri: Mevsim sebzelerinden elde edilen onlarca sebze yemeklerinin yanı sıra makarnalarla (Legmen

çeşitlerinin) ve pilavlarla birlikte tüketilecek özel sebze türlüleri yapılır.

Çok çeşitli sebzeler et veya

yumurta ile birlikte yağda bol sarımsak, soğan ile kavrulduğu gibi her sebzeden başlı başına sebze

yemeği yapılır.

Uygur mutfağında yapılan sebze yemeklerinin bazılarına zencefil, zerdeçal, kimyon, karabiber, kebabiye baharatı, kuru biber gibi baharatlar kullanılır.

Soya sosu ve çok ağır acılı

baharatların kullanımı bizim mutfağımıza yabancı mutfaklardan gelmiştir.

5- Ekmek çeşitleri: Ekmek Türk mutfaklarının en kadim ve en doyurucu yiyeceğidir.

Ekmekler tandırda, ocakta, tavada

kuru kazanda ve yağda pişirilir.

En yaygın pişirilen ekmek çeşidi tandırda pişen ekmeklerdir.

Ekmek, Türk milletlerinde çok kutsaldır. Tuz ekmek hakkı için denir, ekmek çarpsın diye ekmek üstüne yemin edilir.

Nazardan hasta olan kişiye ekmek ile okunur.

Uygur mutfağında ekmeğin çeşitleri kadar isimleri

vardır.

Nan sade ekmek, hemek nan ince pide ekmek, tokaç nan, seper nani, girde nan, şirmen nan,

katlama nan, kömeç nan gibi onlarca ismi ile Doğu Türkistan genelinde halen unutlmayan ve halkımız tarafında çok sevilerek tüketilen ekmek çeşitleri günümüzde kardeş devletlerde yaşayan Uygurlar tarafından pişirilip ticareti yapılmaktadır.

Ekmek her evin olmazsa olmazıdır. Günün hangi saatinde

olursa olsun eve gelen misafire ekmek ve çay ikram edilir.

Aç mısın tok musun diye sorulmaz. İster fakir olsun, ister zengin olsun uzaktan yakından evine gelen misafire mutlaka sofra çıkarılır.

Atalarımız savaşa ve avlanmaya giderken süt ve yağ ile yoğrulmuş ekmekleri doğrayıp kurutup

heybelere doldurup öyle yola çıkarlarmış.

Uygurlar dini nikâhı ekmek ile yaparlar.

Bir kasenin içine bir çorba kaşığı kadar tuz konur, üzerine su

koyup tuz eritilir, eriyen tuzlu suya ekmek doğranır geline ve damada nikâh akdi okunduğu sırada

salih veya saliha biri tarafından yedirilir.

Tuzlu ekmeği yiyen çift, tuz ekmek hakkı için her türlü meşakkate katlanır, evlilik kutsal müessesedir. Korumak her iki tarafın hakkı fakat kadının daha çok sabırlı ve ağırbaşlı olması tavsiye edilir.

Yukarıdaki bazı yemeklerde olduğu gibi ekmek içinde sayfalarca açıklamalı tarif yazılsa yeridir.

Etli ekmekler, sütlü ekmekler, közde pişirilen ekmekler, buharda pişirilen ekmekler, tavada ve kuru

kazanda pişirilen ekmekler saymakla bitmez.

Doğu Türkistan Uygur mutfağında yapılan ekmekleri

görüpte hayran kalmamak mümkün değildir.

Her biri bir el sanatı niteliğindeki ekmekler adeta el

emeği, göz nuru hüneridir.

6-Mısır unu yemekleri:

Uygur mutfağında mısırdan ve mısır unundan yapılan çok sayıda yemek çeşitleri vardır.

Günümüzde çoğu unutulmuş olan sağlıklı besleyici ve olan mısır unu yemeklerinden bazıları şunlardır; zanğ, umaç, dört yomdan, konak çöççüre, mondek, konak unu halvası ve mısır yarmasından yapılan mısır yarması pilavı.

Zanğ adlı yemek eritilmiş bir miktar kuyruk yağında ve ya tereyağında kuru soğan rengi dönünceye kadar kavrulur, su ilave edilir, su kaynamadan önce içine mısır unu ilave edilip topaklanmaması için kaynama aşamasınca durmadan karıştırılır.

Kaynamaya başlayınca ocağın altı en kısık dereceye getirilir ve 7-8 dk demlemeye bırakılır.

Demlenmiş olan mısır unu yemeği tabaklara alınıp 3-5 dk ilk sıcağı alınması beklenir ve üzerine hazırlanmış olan etli veya etsiz mevsim sebzesi türlüsü ilave edilip servis yapılır.

Yaşlıların ve bazı hastaların kolayca hazmettikleri muhteşem bir

yemektir.

Diğer çorba ve yemeklerin isimlerini vermekle yetinirken, mısır yarması pilavından kısaca söz etmeden geçemiyeceğim.

Pirincin ana vatanı olan Doğu Türkistan, 1949 yılları ve sonrası Mao Zedong dönemi suni kıtlığa mecbur edilmiş, halk pirinç bulamadığı için atlara yem olarak kullandıkları mısır yapmasından pilav yapıp yemişlerdir.

Bu acı ve gerçek hikâyeler anlatmakla bitmeyecek kadar uzun ve kahredici serüvenlerle

doludur.

7-Helvalar ve tatlılar ve pasta türleri:

Uygur mutfağında halvalar (helvalar) en kadim tatlı türlerindendir.

Yörelere ve kişilere göre

yapımında biraz farklılıklar olsada genel olarak aynıdır.

Yapımında yağ, un, şeker ile ceviz gibi malzemeler kullanılır.

Helvalar kış mevsimlerinde sıcak mizaçlı yağlar ile yapılır.

Uygur mutfağında tatlı çeşitleri pek yoktur.

Son yıllarda zamanın değişmesine paralel olarak komşu ülkelerden gelen tatlı türleri ve pasta çeşitleri marifetli ustaların icatlarıyla mutfağımızda boy göstermeye sofralarımızı süslemeye başlamıştır.

Uygur mutfaklarının unutulmak üzere olan tatlı çeşitlerinde ikisi yag yecmen ve kabak tatlısıdır.

Hamurun bol yağda kızartıldıktan sonra üzerine şeker şerbeti veya budra şekeri dökülüp tatlandırılmış

olanına yag yecmen denir.

Bal kabağının baş tarafından kapak açılır, içi oyulur, temizlenip kurulanır,

içine alabildiği kadar nöbet şekeri ve iri çekilmiş ceviz konur, üzeri hamurla sarılıp kaplandıktan sonra

közde 3-4 saat pişirilir, soğuduktan sonra içi boşaltılıp, kabak dilimlenerek servis yapılır.

Uygur mutfaklarının en kadim pasta türleri Zanğza (Kaşgarlı Mahmut Atamız lugatında “eşme

kuymak” demiş). Her bayram öncesi hanımlar günler öncesinden toplanır ve hamur özenle yumurta, yağ

ve soğan suyu ile yoğrulup dinlendirilir.

Avuç içinde eşmek suretiyle inceltinmiş hamura şekil vererek

ısınmakta olan yağda orta ateşte altın rengini alana kadar kızarılır. Tamamı kızartıldıktan sonra büyük

yayvan kaplara itinayla dizilip sofraya konulur.

Kıyıkça, kuymak ve poşkal dediğimiz hamurdan elde edilen çeşitli mönülerde bayramlarda,

düğünlerde ve özel merasimlerde pişirilip misafirlere ikram edilir.

8-Nevruz aşı:

Nevruz Türk milletlerinin ortak ulusal bayramıdır.

Nevruz için de Doğu Türkistan’da günümüze kadar özel hazırlıklar yapıla gelmiştir.

Günler öncesinden evlerde bir telaş başlar, temizlikler yapılır, yeni

kıyafetler dikilir, her mahallede Nevruz kazanı asılır ve Nevruz aşı yapılır.

Nuh aleyhisselamdan bize

kadar gelen bu kutlu günde büyük devasa kazanlarda pişirilen çeşitli nebatata ve hububattan elde

edilen tuz ve şeker ilave edilip tatlandırılan Nevruz aşı, büyük eğlence meydanlarında dualarla dağıtılır.

Soru: Doğu Türkistan Uygur mutfağında çaylar, tatlılar vs. önemli yer tutmaktadır?

Çaylardan bahseder misiniz?

Cevap: Çaylar, Uygur mutfağında en önemli içecekler olarak tüketilir. Türkler genellikle çaycı bir millettir.

Diğer kardeş mutfaklarına bakıldığında Uygur mutfağında çay çeşitlerinin çok olduğunu görüyoruz.

Yukarıda arz ettiğim gibi Uygurlar sağlıklı ve uzun yaşayan milletlerden biridir.

Mevsimine ve mizaçlarına göre tüketilen çay çeşitleri sıcak mizaçlı çaylar, soğuk mizaçlı çaylar, mütedil mizaçlı çaylar, sütlü çaylar, etken çaylar, kaymak çaylar, hümmel çaylar olarak bilinmekte ve tüketilmektedir.

Sabah kahvaltıda çay, yemekten önce çay, yemekle birlikte çay, öğün arası çay, soğuk çay, sıcak çay,

tatlı çay, kök çay, ak çay gibi onlarca çay çeşitleri ve çayın faydaları hakkında yazılanlar yine ayrıca bir

kitap konusu olabilecek kadar geniş ve kapsamlıdır.

9-Soğuk içecekler şerbetler:

Soğu içecekler, soğuk çaylar, şerbet türleri, ayranlar at sütünden elde edilen kımız, deve sütünden

elde edilen şubat gibi içecekler yörelere göre ve ailelerin durumuna göre değişiklik göstermektedir.

10- Reçeller: Uygur mutfağında en kadim tatlardan olan reçeller, taze meyvelerden ve kuru meyvelerden yapılır.

İçine çeşitli baharatlar ilave edilerek tadında, kokusunda, şifalı olmasında kalitesi arttırılır.

Ayrıca; gülden ve naneden reçeller ve şifalı macunlar yapılır.

Kızıl gülden elde edilen güneşte pişirilen gül macunu, en doğal antibiyotiktir.

Naneden elde edilen macun ise mide bağırsak rahatsızlığı olan kişiler için en şifalı ilaç niteliğindedir. Nane ve gül macunları iştahsız çocuklar için en sağlıklı ilaçtır.

11-Acılı ekşili soslar: Uygur mutfağında acılı ekşili soslar,  olmazsa olmazlardandır.

Taze yeşil ve kırmızı biberin öğütülüp tuz, sarımsak, sirke ile birleşiminden elde edilen “laza muç”, kuru acı pul biber ve sarımsak zeytin yağında kavrulup yapılan “yağ muç” en kadim vaz geçilmez sos çeşitlerimizdendir.

Zengin, fakir her ailenin

sofrasında mutlaka bulunan soslar,  kişilerin damak tadına göre kullanması için sofrada özellikle

bulundurulur.

Soru: Doğu Türkistan Uygur kültüründe mutfağa dair deyimlerin de önemli yeri olduğu bilinmektedir. Deyimlerden söz eder misiniz?

Cevap: Doğu Türkistan Uygur mutfağına ait bazı deyim ve atasözleri şöyle:

Meyde ağrıtkan aş emes, könğül agrıtkan dost emes.

“Mide ağrıtan aş değil, gönül ağrıtan dost değil.”

Ağrık aştin, yegi yandin kopar, bela kelse kirindaştin.

“Hastalık aştan, savaş yakından çıkar, bela gelirse kardaştan.”

Yatninğ yigi çıkmaydu.

“Yabancıdan yağ çıkmaz.”

Akamnin dermen, yengem berse tyermen.

“Ağamın derim ama yengem verirse yerim.”

Yep tur, bek tur.

“Yiyip dur, dik dur (tok dur, dik dur).”

Ananğni sat, dadanğni sat kiçisi tok yat.

“Ananı sat, babanı sat geceleri tok yat.”

Umaç kokurumaç, yomdan yorgulumaç, üğre divani, pola sultani.

“Umaç korkor eder, yomdan dolaşıp gelsen gider, erişte fakir yemeği, pilav sultanların yiyeceği.”

Yüzü yağlık tokaçtek.

“Yüzü yağlı kete gibi.”

Açni körse açar taz, pokni körse çiçar taz.

“Aç görünce acıkır, kenep görünce sıkışır.”

Buğday unuda bommaydu zanğ, ununğ üçün legmen sozanğ.

“Buğday unuda zanğ olmaz, onun için lagmen çözülür.”

Tamaknininğ omdini koruma şorpa, gep sözninğ omdini hudaya tova.

“Yemeği güzeli etli yahnidir, gözlerin güzeli hudaya tövbe etmektir.” (Huda=Allah)

Nurala Göktürk hanımefendi oldukça geniş bilgilendirici açıklamalarınız umarım diasporada yaşayan Türkistan’lı kardeşlerimiz için ve Türkiye’deki okuyucularımız için bilgilendirici olmuştur.

Çok teşekkür ederim.

Halis bey, bizler size çok teşekkür ederiz her daim bizim yanımızda zulme karşı durduğunuz bizleri unutmadığınız için.

Allah’a emanet olun.

(devam edecek)

Devamını Oku

Doğu Türkistan Uygur Medeniyeti ve Kültürü… (4)

Doğu Türkistan Uygur Medeniyeti ve Kültürü… (4)
1

BEĞENDİM

ABONE OL

….

Bilimin Medeniyetin Beşiği Doğu Türkistan Uygur Medeniyeti ve Kültürü…

Soru: Uygur tıbbında insan muayenesi nasıl yapılır?

Cevap: Uygur tıbbında, hastalıklara tanı koyarken bakıp muayene etme, tutup muayene etme, nabız tutup muayene etme, koklayıp muayene etme, dinleyip muayene etme ve diğer muayene türleri var olup, nabız tutup muayene etme hastalıklara tanı koymanın önemli araçlarından biridir.

Bunlar sistemli teorik temele sahip hem Uygur sufilerinin birkaç on yüzyıllık tedavi pratiği süresinde topladığı tecrübelerin bilimsel sonucu sayılır.

Uygur tıbbının hastalık tedavi pratiğinde organizmadaki dengesizlikleri giderip, sağlığı eski haline getirmek için yine dört büyük maddenin etkisinde belirli mizaç ve özelliklere sahip olmuş çeşitli yiyecek-içecek, ilaç devaları kullanıp, bedende ortaya çıkan hastalıkların gelişip insan yaşamına tehlike ulaştırmasının önü alınır. Tedavide kullanılan yiyecek-içecek, ilaç-devalar dört büyük maddenin etkisinde belirli mizaç ve özelliğe sahip olup, bedene girdikten sonra kendi maddi hem mizaç açısından etkileri ile bedendeki dengesizlikleri eski haline getirip, bedendeki çeşitli güçlerin toplamından olan “tabiat”ı güçlendirme yoluyla hastalıkların önlenmesi ve tedavisi rolünü oynar.

Bu nedenle Dünya Sağlık Örgütü “WHO”nun çağrısıyla 1992 yılının 10. ayının 24. günü, tüm dünyadaki tıp uzmanları Pekin’de toplanarak ‘Pekin Bildirisi’ni onayladılar.

Bu “Tüm dünya halklarının bundan sonraki sağlık işleri geleneksel tıbba muhtaç!” başlıklı bildirgeydi.

O günden itibaren, tüm dünyada 10. ayın 24. günü ‘Geleneksel Tıp Günü’  olarak anılmaktadır.

Bunlardan biri, dünyadaki her milletin halklarının geleneksel tıplarının kullanımının Avrupa, Avustralya ve Amerika’da hızla artmasıdır.

Asya ve Afrika’da geleneksel tıp kullananlar genel nüfusun yüzde 80’ini oluşturmaktadır.

‘Dünya Sağlık Örgütü’nün raporunda gösterildiği gibi, kendi ülkesinde geleneksel tıbbı hayata geçirme politikası belirleyen üye ülkelerin sayısı 1999 yılındaki 25’ten 2002 yılına gelindiğinde 69’a yükselmiştir.

Geleneksel tıbbın rolünü gittikçe anlayan birçok ülkede geleneksel tıp üniversiteleri, fakülteler, bölümler, özel hastaneler ve klinikler art arda açılmaktadır.

Çünkü dünya halkları geleneksel tıbbın binlerce yıllık sınavlardan geçmiş güvenilir bir tıp olduğunu gittikçe anlamaktadır.

Örneğin; Uygur tıbbını ele alırsak, Uygur tıbbı, insan bedenini ve tüm canlı yaşamını geniş doğa dünyasının bir parçası olarak görüp, genel bedenin bir bütünlüğünü vurgulayarak, insanın doğal mizaç meselesi ve ruhsal dünyası, örf-adetleri, fiziksel özellikleri, her iklime özgü olan hava iklimi, doğal şartları gibi unsurları mizaç dairesine dahil ederek analiz eder.

Sağlık ve hastalık halinin mizaçla büyük ilişkisi olduğu, teşhis koyup tedavi ederken hastalığa neden olan temel faktörü belirleyip, onu bedenden yok etmede besinler ve doğal bitki ilaçlarıyla bedeni güçlendirip, bedenin hastalığa karşı durma gücü olan “doğa gücü”nü güçlendirmek yoluyla tedavi ettiğini vurgular.

Uygur tıbbında, hastalıkları tedavi etmede kullanılan ilaçların kaynağı bitki, hayvan ve maden kaynaklı doğal ilaçlar olup, bunların sayısı 1500 çeşitten fazla, sürekli kullanılanları 700 çeşitten aşkındır. Bunların çoğu yaşadığımız kendi toprağımızdan çıkan doğal ilaçlar olup, Uygur tıbbının olgun ilaç yapım şekilleri macun, hap, şerbet, toz gibi türlerden oluşur ve 130 çeşitten fazladır.

Çoğu Uygur tıbbı olgun ilaçları uluslararası kalite kontrol standardı “GMP”nin gerekliliklerine uygun seviyede üretilmiş yeşil ürünler olup, batı tıbbı hastanelerine dahil edilmiştir.

Bu ilaçlar tüm dünya halklarında hastalık olsa ilaç var, doğal ilaç ve yiyecek-içecekle geleneksel tedavi yöntemlerini uygulayarak tedavi olma dalgasına uygundur.

Soru: Geleneksel tıbbın dünya da sistematik reddi/ ilaç temsillerinin faaliyetler, Türkiye’de “kocakarı ilaçları” denilerek aşağılanmak istenmesi ve Çin baskısı altında Uygur tıbbı ve Çinin Uygur tıbbını yok sayma gayretleri?

Cevap: Tüm dünya çapındaki her milletin halkı 1930’lu yıllarda Batı tıp biliminin yaygınlaşması ve gelişmesine bağlı olarak, uzun asırlardan beri insanların sağlığına hizmet etmekte olan geleneksel tıplar yalnızlaşma, güvensizleşme, hatta sınırlanıp yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kaldı.

Sonuç olarak birçok ülkedeki geleneksel tıplar sürekli gelişim gösteremeyip bir yerde durdu ya da yok olmaya doğru gitti.

Uygur tıbbı da 1949~1954 yıllarına kadar Çin yönetimi tarafından yalnızlaştırılma, küçümsenme, altı hurafe karşıtlığı adı altında yok edilmeye maruz kaldı.

1955 yıllarında Çin yönetimi kendi içindeki ekonomik zorluklar nedeniyle yeni kurulan yönetiminin ekonomik zorluğu ve ekonominin dışarı akıp gitmemesini göz önünde tutarak, kendi geleneksel tıpları olan Çin tıbbını (Zhongguo tıbbı, kısaltarak Zhongyi tıbbı) koruma, geliştirme, Çin halkının sağlık işlerini Zhongyi tıbbına dayanarak çözme politikasını ortaya koydu.

O zamandan başlayarak bunun dışındaki milletlerin milli tıplarını kenara iterek yalnızlaştırıp küçümsediği için, Uygur tıp-eczacılık hizmetlileri Uygur tıbbını koruyup kalmak, miras edip o politikadan faydalanarak geliştirmek amacıyla “Uygur tıbbı vatan tıbbının önemli bileşen kısmı” demek zorunda kaldı.

Uygur tabiplerinin kesintisiz halindeki gayretleri ve yarattıkları ürünler sonucunda, onlar kenara itilen geleneksel tıpların tedavi ve eczacılık yönündeki özellikleri ortaya çıktıktan sonra, Çin hükümeti sağlık yetkilileri milli tıbbî bilimle ittifak etme ve bunun pratik gelişim sonuçlarından faydalanma amacıyla birlikte geliştirme politikasını ortaya koydu ve Uygur tıbbını Dünya Sağlık Örgütü’ne Uygur tıbbının Zhongyi tıbbının bileşen kısmı olarak tanıttırdı.

Bu nedenle Uygur tıbbı ‘Dünya Sağlık Örgütü’nün web sitesinde Zhongyi tıbbının bileşen kısmı olarak çıkmaktadır.

Uygur tabipleri o yıllardan başlayarak özel gayret göstermek yoluyla sürekli ileriye giderek gelişip, dünyadaki diğer geleneksel tıplara kıyaslandığında daha da mükemmel teorik temele ve her çeşit yöntemdeki tedavi prensiplеrine sahip olma gibi özellikleri yoluyla dünyadaki çeşitli milletlerin geleneksel tıp-eczacılıklarından teori ve uygulama yönlerinde üstünlük elde etmeye başladı.

2015 yılına gelindiğinde vatanımızın çeşitli şehir bölgelerinde devlet mülkiyetindeki Uygur tıbbı tedavi organları 78’e ulaştı.

Oralarda çalışan tıbbî hizmetli 6000 kişiden fazla oldu.

Ayrıca “Uygur Tıp Üniversitesi Uygur Tıbbı Fakültesi” ve “Uygur Tıbbı Yüksekokulu”, “Uygur Tıbbı Araştırma Merkezi” ve birkaç yerde “kumla tedavi yeri”, 10’dan fazla büyük ölçekli Uygur tıbbı ilaç fabrikalarından oluşan Uygur tıbbının tedavi, eğitim, araştırma ve ilaç üretiminden ibaret koordineli gelişim durumu şekillendi ve Uygur tıbbının eczacılık ölçüsü oluşturulup ilaçları geniş türde üretme, satma, kullanma, denetleyip yönetme konusunda hukuki temel kuruldu.

130 çeşitten fazla ölçünlü olgun ilacı uluslararası (GMP) kalite kontrol ölçüsünün gereklerine uygun seviyede yaparak, çeşitli şekillerdeki preparatları üretip çıkararak, bunlardan bazılarını Batı tıbbı hastanelerine ilaç sıfatıyla dahil edip, tedavi sonucunun yüksekliği ile tıp hizmetlilerini de hayrete düşürdü.

Soru: Uygur tıbbına ait kitap ve dökümanlar nelerdir?

Cevap: Uygur tıp-eczacılık eserlerinden “Uygur Tıbbı Sözlüğü” yedi cilt, “Uygur Tıbbı Klasik Eserleri” 12 cilt yayımlandı.

Uygur Tıbbı Yüksek Okulu’nun birinci nesil 14 çeşit ders kitabı, ikinci nesil 29 çeşit ders kitabı, Uygur Tıp Üniversitesi Uygur Tıbbı Fakültesi’nin 18 çeşit ders kitabı gibi ders kitapları yayımlandı.

Ayrıca çeşitli yayınevlerinden 600 çeşitten fazla Uygur tıbbına ait kitap yayımlandı.

“Uygur Tıbbı” ve “Uygur Tıbbı Yüksek Okulu Bilim Dergisi” gibi dergiler yayımlandı.

Araştırma yönünde, Uygur tıbbı teori temellerine dayalı olarak çok rastlanan tedavisi zor hastalıklardan kalp, kan damarı hastalıkları, diyabet hastalığı, cilt lekesi, çocukluk çağı kas tümörü gibi 30’dan fazla çeşit hastalığı tedavi etme konusunda araştırma yürütülüp, bunlara tanı koyma ve tedavi ölçüsü oluşturulup yaygınlaştırıldı.

1982 yılında özerk bölge seviyesinde ‘Milli Tıbbi Bilim Derneği’ kurulup özerk bölge, ülke ve uluslararası seviyede düzenlenen 100 kereden fazla bilimsel tartışma toplantılarında 10 bin parçadan fazla bilimsel makale paylaşıldı. 1987 yılında “Uygur Tıbbı Yüksek Okulu” kurulmuş olup, geçen 35 yıl süresince Uygur tıbbı konusunda tedavi ve eczacılık mesleğinde öğrenimini tamamlayan öğrenciler çeşitli yerlerdeki Uygur tıbbı kurumlarında tedavi, öğretim, araştırma işlerindeki temel güç haline geldi.

Hocam verdiğiniz bilgiler için çok teşekkür ederim.

Uygur tıbbı ve Uygur tıp insanları dünyaya HASTALIĞI ÖNLEYEREK TEDAVİ usulünü kazandırmış.

Adına da ‘ÖNLEYİCİ TIP’ denilmiştir. Önder tıp bilginlerimize insanlığa hediye ettikleri” geleneksel tıp” konusunda emeklerini şükranla yad ederiz.

Bu vesile ile Uygurların hürriyetlerine en kısa zamanda kavuşmalarını, yaşadıkları zulmün son bulmasını temenni ederim. (devam edecek)

Devamını Oku