DOLAR 42,0044 0,39%
EURO 48,8133 0,60%
ALTIN 5.543,24-0,52
BITCOIN 46268222,89%
İstanbul
22°

KAPALI

02:00

İMSAK'A KALAN SÜRE

Recep SEYMEN

Recep SEYMEN

17 Ekim 2025 Cuma

Açlık sorunu bir insanlık ayıbıdır!…

Açlık sorunu bir insanlık ayıbıdır!…
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Açlık; karaciğerde glikojen miktarının  normalin altına düşmesiyle duyulan ve genellikle yemek yeme arzusunu oluşturan his veya duruma verilen isimdir.

Herhangi bir şeye karşı duyulan özlem ve arzulara da mecazi anlamda açlık denilmektedir.

Dünya da yaşanan açlık sorunu büyük oranda gelişmemiş ülkelerde yaşanmaktadır.

Kıta olarak düşünürsek Afrika ilk sırada yer almaktadır.

Üzerinde yaşadığımız gezegende birçok tuhaflıklar vardır.

Bu tuhaflıklardan biri de bir yanda günlük gıdaya ulaşamamaktan muzdarip olup açlıktan ölen milyonlarca insanın yaşaması diğer yanda azami derecede

Allah‘ın (cc) nimetlerinden yararlanıp hatta nimet beğenmeyip canının istediği nimetleri imkanları olduğundan fiyatına bakmaksızın aşırı tüketimden dolayı obezite olan, sonra da zayıflama derdine düşüp bunun için çok büyük miktarlarda para harcayanların bulunmasıdır.

Hele de böyle bir dünya da israfın yaygınlaşıp çok yüksek oranlara ulaşması ayrı bir faciadır!

Fizyolojik açlık olduğu gibi psikolojik, duygusal açlık denilen bir türü de mevcuttur.

Konunun uzmanları bazı bireylerin zaman zaman normalin üstünde yemek yeme sebebinin yüzde 75 oranında bu duygusal durumdan kaynaklandığını belirtmektedirler.

Yine uzmanların belirttiğine göre bazı kişiler duygularıyla başa çıkmak yerine kendilerini yemek yemeye vermekle iyi hissetmektedirler.

Bu iyi hissetmeler de genellikle kısa süreli olmakla birlikte sonuçta kilo almaya sebep olduğu için yerini stres ve pişmanlığa terk etmektedir.

Psikolojik yani duygusal açlıktan kurtulmanın en önemli çıkış yolu farkındalıktır.

Ve farkındalıkla birlikte çözüm arayışına girip çaba harcamaktır.

Dünya da açlıktan milyonlarca ölümlerin meydana gelmesinin sebepleri arasında aşırı silahlanma harcamaları ve bu silahlarla insanların birbirlerine düşürülüp savaştırılması, tarım alanlarının kirletilmesi, elverişli alanların gereği gibi değerlendirilememesi, açlık ve sefalete mahküm edilen ülke ve bölgelerin yeraltı ve yerüstü zenginliklerinin acımasızca sömürülmüş olması, dünyanın imkânlarından azami derecede yararlananların merhametsizliği gibi birçok neden sayılabilir.

Son zamanda bu sebeplere asrın Firavun‘u Netanyahu‘nun açlığı bir silah olarak kullanması da eklenmiştir.

Obezitenin gittikçe yaygın hale geldiği dünyamızda açlık sorunu bir insanlık ayıbıdır.

Üstad Necip FazılAllah’ın (cc) on pulunu bekleye dursun on kul/ bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul.” diyerek adaletsiz bir paylaşımdan bahsetmiş.

Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa” diyerek de merhametsizlik ve insafzızlığın vahametine işaret etmiştir.

Komşusu açken tok yatan bizden (olgun bir mü’min) değildir.” (İbn ebi şeybe, kitabu’l-iman,s. 53) diyen bir peygamberin ümmetinin birer ferdi olarak Müslümanların her birine sorumluluklar düşmektedir.

Dünyadaki açlık sorununun çözümünden ilk önce sorumlu olanlar; imkânları bol ve geniş olan islâm ülkelerinin idarecileridir.

Sorunun çözümü boyunlarının borcudur.

Ve bu açlık sorununun vebali büyüktür.

Açlık insanoğlunun başına gelebilecek en büyük felâketlerden biridir.

Bundan dolayı ecdadımız “Allah (cc) kimseyi açlıkla terbiye etmesin.” duasını dillerinden düşürmemişlerdir.

Açlığın yol açtığı sorunlar; hastalık, ölüm, işgücü ve üretim kaybı, verimsizlik, fiziksel ve zihinsel gelişim bozuklukları, ruhsal çöküntü, suç işleme ve şiddet eğiliminin artması v.s. gibi birçok olumsuzlukları meydana getirmektedir.

Tokluğun insanlarda bir gevşemeye ve vurdumduymazlığa sebep olacağına işaretle ecdadımız; “Tok açın halinden anlamaz!” demişlerdir.

Açlık sorununun çözüldüğü bu yüzden ölümlerin olmadığı bir dünya da yaşamak dileğiyle.

Yüce Rabbimden yüreğimizde merhamet, şefkat ve sevginin daim olmasını niyaz ederim.

Cumamız hayra vesile olsun.

Selamlarımla.

Devamını Oku

“Eksik ölçüp tartanların vay haline!”

“Eksik ölçüp tartanların vay haline!”
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Mutaffifin suresi kimleri uyarmaktadır?

Yüce kitabımızın seksen üçüncü suresi olan Mutaffifin suresi otuz altı ayettir.

Sure, adını ilk ayetinde geçen “Mutaffifin

Kelimesinden almıştır.

1. Ayet: “Eksik ölçüp tartanların vay haline!”

2. Ayet: “Onlar insanlardan kendilerine bir şey aldıkları zaman tam ölçerler.

3. Ayet: “Kendileri başkalarına bir şey ölçtükleri veya tarttıkları zaman eksik ölçer ve tartarlar.

4. Ayet: “Onlar diriltileceklerini zannetmiyorlar mı?”

5. Ayet: “Büyük bir gün için.”

6. Ayet: “Öyle bir gün ki, insanlar o gün Rablerinin huzurunda divan duracaklar.

Sosyal bir varlık olan insanoğlu,  toplum hayatının içinde çeşitli katmanlarda yer almaktadır.

Kimi çiftçi, kimi esnaf, kimi tacir, kimi işveren, kimi işçi, kimi memur v.s. olarak hayatlarını sürdürmektedir.

Surenin ayetlerinde bahsedilen ölçü ve tartı, bir arada yaşama mecburiyetinde olan bütün insanları az veya çok ilgilendirmektedir.

Çünkü bir insanın bütün ihtiyaçlarını kendisinin üretmesini düşünüp bekleyemeyiz.

Her birimiz çoğu zaman alışveriş yapmak zorundayız.

Ticarî hayat dediğimiz bu alan, beşerî ilişkilerimizde önemli bir yer tutmaktadır.

Ölçü ve tartı, dürüstlüğün âdeta turnusol kâğıdıdır.

Ölçü ve tartıda dürüstlük imanla da doğrudan ilgilidir.

Onun için Allah (cc) “Tekrar diriltileceklerini  sanıyorlar mı?  sorusuyla insanları âdeta sarsmaktadır.

Ölçü ve tartının doğru dürüst yapılması toplumda hak ve adalet duygusunun gelişmişliğine bir işarettir.

Ölçü ve tartının dürüst yapılmasının ilk şartı da ölçü ve tartı aletlerinin doğru bir şekilde kullanılmasıdır.

Eksik tartan aletleri kullanmak caiz değildir.

Doğru aletleri kullananların uyması gereken temel prensip ise doğru ölçüp tartmak, bu konuda titizlik göstermektir.

Kendinde hak ve adalet duygusu, insaf ve vicdan bulunmayanın dürüst davranması  ne kadar mümkündür?

Ölçü ve tartıda dürüst davranmak gibi güzel bir özelliğin kaynağı her şeyden önce sağlam bir imandır.

Kişi başkalarının hakkında, kendi hakkındaki dürüstlüğü göstermedikçe doğru ve dürüst davranması, hilekârlıktan kurtulması kolay değildir.

İşte ” Vay haline” diye tercüme edilen” Veyl”

kelimesini hakkedenler bu konuda dürüst olmayanlardır.

“Veyl”: hüzün, helâk, elem verici azap ve cehennemde bir vadinin adıdır.

Mutaffifin suresinin bu ilk ayetleri  ticarî işlerle uğraşanları öne çıkarmakla birlikte herkesin maddî anlamdaki mal varlığı ve alışverişleri ile ilgili hak ve mesuliyetlerini kapsayan ahlaki ve sosyal ilişkilerine de değinmektedir.

Yüce kitabımız Kur’an’ı Kerim kendilerine Şuayp aleyhisselâm’ın gönderildiği ölçü ve tartıda hile yapmayı adeta meslek haline getiren, doğru yoldan sapmış olan Medyen halkının helâk olduğunu haber vermektedir.

Medyen, Akabe körfezinden Humus vadisine kadar uzanan bölgenin adıdır.

Medyen adını, burada yaşayan kabileden almıştır.

Medyen halkı, sapıklık ve isyan yollarına düşmüşlerdi.

Allah’a (cc) ibadet ve itaati terk etmişlerdi.

Putlara tapıyorlardı.

Medyen’in kervan yolları üzerinde bulunmasından dolayı halk, ticaretle uğraşıyordu.

Ancak hile yaygınlaşmış adeta bir meslek, sanat ve marifet haline gelmişti.

Halk, kendileri için bir alışverişte bulunduklarında tartıda hile yaparak aldıklarını az gösterirler, başkalarına bir şey satarken de fazla ücret alıp eksik mal verirlerdi.

Hatta alış için ayrı, satış için  ayrı  terazi kullanırlardı.

İnsanların yollarını keser, mallarına el koyarlardı.

Beşeri ilişkileri tamamen hile ve zulüm üzerineydi.

Allah‘ın (cc), kendilerine vermiş olduğu nimetlerin kıymetini bilmez, nankörlük ederlerdi.

Kendilerine gönderilen Şuayp aleyhisselâm‘ın “Ey kavmim! Allah’a (cc) kulluk edin! Sizin için ondan başka ilâh yoktur. Ölçüyü ve tartıyı eksik yapmayın.

Zira ben sizi hayır (refah ve bolluk) içinde görüyorum. Ve ben, gerçekten sizin için kuşatıcı bir günün azabından korkuyorum.

dediği Hud suresi 84. ayette bildirilmektedir.

Peygamber sözü dinlemeyen, pişmanlık duymayan, tevbe etmeyen Medyen halkı isyanlarına devam ederken ilâhî azapla karşılaşarak helâk olmuştur.

Maalesef günümüzde de ölçü ve tartı konusunda hassasiyetin kaybedildiğine şahit olmaktayız.

Günümüzde giderek yaygınlaşmaya yüz tutan aşırı kazanma hırsıyla, fahiş fiyatlarla malların satılması, üreticiden en ucuz fiyata malı alıp tüketiciye en yüksek fiyattan mal satmanın ölçü ve tartıda hile  yapmanın farklı bir çeşiti olduğunu söylemek her halde abartılmış bir söz değildir.

Peygamber Efendimizin (s.a.v): “Doğru sözlü ve güvenilir tacir, peygamberler, sıddıklar ve şehitlerle beraberdir.

(Tirmizî, buyû,4, İbn Mâce, ticaret,1)

hadis-i şerifinin  anlamı  ticaret ahlakının yozlaştığı günümüzde daha açık bir şekilde anlaşılmaktadır.

Yüce Rabbim bizlere ölçü ve tartıda dürüst davranan kullarından olmayı nasip etsin.

Cumamız hayra vesile olsun.

Selamlarımla.

Devamını Oku

Camiler ve Din Görevlileri Haftası…

Camiler ve Din Görevlileri Haftası…
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Ülkemizde yıl içerisinde bulunan aylarda Yeşilay Haftası, Kütüphane Haftası, Kızılay Haftası, Çevre Koruma Haftası vs. gibi isimlelerle kutlanan haftalar mevcuttur.

Kutlanan bu haftalardan biri de 1-7 Ekim tarihleri arasında kutlanan “Camiler ve Din Görevlileri Haftası” dır.

Camilerin toplum hayatındaki önemini hatırlatmak, insanların camiler ile daha sık ve olumlu ilişki kurmasına vesile olmak amacıyla Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından ilk defa 1986 yılında “Camiler Haftası” olarak kutlanmaya başlanan hafta, camilerin din görevlilerinden bağımsız olarak düşünülemeyeceğinden 2003 yılında Camiler Haftası’na Din Görevlileri de ilâve edilerek

Camiler ve Din Görevlileri Haftası” olarak kutlanmaya başlanmıştır.

Kutlanan haftalarda her yıl bir tema belirlenmektedir.

Bu yıl için “Peygamberimiz, Cami ve Namaz” tema olarak seçilmiştir.

Günümüzde insanî değerlerin, ahlâkî faziletlerin, insanı insan yapan manevî özelliklerin değersizleştirildiği, bencillik, dünyevîleşme gibi birçok problemlerin insanlığı çepeçevre sardığı bir döneme şahitlik etmekteyiz.

Manevi ve ahlâkî kayıplardan dolayı

yaşanan buhranlar hayatı modern bir cahiliyeye doğru sürüklemektedir.

Maalesef insanlığın huzur, adalet, güven gibi kavramlarını tamamen kaybetmek üzere olduğunu iki yıldır devam eden Filistin Gazze‘deki insanlık dramı ve bütün dünyanın bu duruma kör ve sağır oluşu bizlere göstermektedir.

Kur’an-ı Kerim bizlere, “Yeryüzünde insanlar için inşâ edilen ilk mescid Mekke’deki çok mübarek ve bütün alemlere hidayet kaynağı olan beyttir.

(Âl-i İmran suresi ayet 96) diye Kâbe’den bahseder.

Yeryüzündeki diğer mescitler Kâbe‘nin birer şubesidir.

Bu ayeti kerimeden anlıyoruz ki; insanın tarihi ile caminin tarihi iç içedir.

Bilindiği gibi Peygamber Efendimiz (s.a.v), Medine’ye hicret edince yaptığı ilk işlerden biri de Mescid-i Nebevi‘yi inşâ etmek olmuştur.

Daha sonraki dönemlerde de müslümanlar hayatlarını ve şehirlerini cami merkezli olarak planlamış ve sürdürmüşlerdir.

Günümüzde azımsanmayacak miktarda bu durumdan uzak kalınmış olsa da cami, yerleşim merkezlerimiz ve hayatımızda hiçbir zaman önemini yitirmemiştir.

Hayatımızda camiler, camilerde hayat olmalıdır.

Günümüzde durum böyle midir?

Diye her müslümanın kendine sorması gerekmektedir.

Yine camiler Peygamber Efendimiz (s.a.v), sahabeler (r.a) ve onları takip eden ilk dönemlerdeki işlevlerini sürdürmektemidirler?

Modern hayat şartlarının dayatması ve dinî bilgisizliğin camilerin toplum hayatındaki önemini zayıflattığı bir gerçektir.

Senede bir hafta da olsa toplumu camiye ısındırmak caminin önemine dikkat çekmek, toplumu bilgilendirmek açısından bir fırsattır.

Camilerimiz yaşanılan döneme göre gerek mimari, gerekse estetik açısından farklılıklar gösterse de asli işlevleri açısından ilk günkü özelliklerini yitirmemelidir.

Camilerimizden ayrı düşünülmemesi gereken din görevlilerimizin hayattaki yeri ve insanların gözündeki itibarı da önemlidir.

Her meslekte birkaç olumsuz örnek olabileceği gibi din görevlileri arasından da çıkabilir.

Olumsuz örnekleri tümünün üzerine yüklemek ise insafla bağdaştırılacak bir şey değildir.

Toplumdaki yanlış kanaatlerden biri de “Günde ne kadar mesai yapıyorlar, onlardan rahat devlet memuru mu var?” kanaatidir.

Halbuki din görevlileri sabah namazından yatsı namazına kadar günde beş vakit cami ile ilgilenmekte, az bir vakit aldığı düşünülen görevleri bütün günlerini kapsamaktadır.

Ayrıca nikah, cenaze taziyeleri ve toplumun diğer birtakım sosyal konulardaki davetlerine de katılmak durumundadırlar.

Camilerinin ihtiyaçları ile ilgilenmektedirler.

Cemaatin dertlerini dinlememezlik etmezler.

Yerine göre cemaate çeşitli konularda danışmanlık yapmaktadırlar.

Kendi ailelerinin dertleriyle ilgilendikleri gibi cemaatinin dertlerini dinleyip çareler üretmeye çalışmaktadırlar.

Ne yazık ki yine de en çok dedikodusu yapılan, arkasından çekiştirilen, bazen de iftiraya uğrayan, olur olmaz çok basit sebeplerden dolayı müftülüklere şikâyet edilen yine din görevlileri olmaktadır.

Toplumda din görevlilerinin itibarının azalmasına, toplum içinde hoca diye bilinen imamlıkla, hocalıkla hiç alâkası olmayan sadece kılık kıyafeti ve konuşmalarıyla öyle bir intiba uyandıran bazı din istismarcısı sahtekarların yaptıkları yanlış davranışlar da sebep olmaktadır.

Son dönemlerde sosyal medya da oluşturulmaya çalışılan cami imamlarının okullarda ücretli din dersi öğretmenliği yapmalarına karşı tepkiler de sanki olumsuz bir şeymiş gibi algı üretimleri de itibar suikastından başka bir şey değildir.

Şurası iyi bilinmelidir ki, okullarda din derslerine giren imamların hepsi ilâhiyat fakültesi mezunu ve bu konuda yeterliliği olan kimselerdir.

Din dersi öğretmenliği haklarına sahip oldukları halde atanamayınca imamlık yapma haklarını kullanarak görev yapmaktadırlar.

İhtiyaca binaen bu haklarını kullanmaları sanki bir olumsuzluk varmış gibi gösterilmek için yapılan kampanyalar iyi niyetten uzaktır.

İhtiyaç olduğunda yeterliliği olmayanların din dersi vermesine hiç itirazı olmayacak kişilerin itirazları hezeyandan başka bir şey değildir.

Din görevlilerimizin de topluma önderlik ve iyi örneklik sorumluluğunu taşıdıklarını hiçbir zaman unutmadan görevlerini titizlikle sürdürmeleri gerekmektedir.

Bütün din görevlilerimizin haftalarını tebrik eder, vefat etmiştir olanlarına Allah‘tan cc rahmet, hayatta olanlarına sağlıklı, bereketli, hayırlı ömürler dilerim.

Hafta dolayısıyla camilerimizi asli işlevlerinin en iyi bir şekilde gerçekleşmesi, camilerimizin ve din görevlilerimizin sorunlarına çareler aranması, görevlilerimizin daha sorunsuz ve etkin görevler yapabilme ortamlarının hazırlanması çalışmalarına vesile olmasını temenni ederim.

Yüce Rabbim, bizlere camiyle irtibatını koparmayan ve cami de hayat bulanlardan olmamızı nasip etmesini niyaz ederim.

Cumamız hayra vesile olsun.

Selamlarımla.

Devamını Oku

İtfaiyecilik Haftası…

İtfaiyecilik Haftası…
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Ülkemizde 25 Eylül – 1 Ekim arasındaki günleri kapsayan hafta ” İtfaiyecilik Haftası” diğer adıyla “Yangından Korunma ve İtfaiyecilik Haftası” olarak kutlanmaktadır.

İtfâ, arapçada ”söndürme, yangını bastırma” anlamına gelir.

İtfaiye ise yangın söndürmeye tahsis edilen ekip ve donanımın tamamı için kullanılan bir terimdir.

Yangın söndürmekle yükümlü itfaiye çalışanlarına ise itfaiyeci denilmektedir.

İnsanoğlunun ateşi bulmasından itibaren faydalı kullanımından yararlandığı gibi ateşin kontrolden çıktığında büyük facialara sebep olacağından can ve mal kayıplarından oluşan zararlara da uğranılacağı bilinmektedir.

Bilgisizliğin, ihmallerin ve tedbirsizliğin sonucu olarak oluşan yangınlara karşı insanoğlu çeşitli önlemler almaya çalışmıştır.

Günümüzde de bu önlemlerin en geliştirilmişi İTFAİYE teşkilâtıdır.

Ateşin olumsuzluklarını önlemeye, zararlarını azaltmaya çalışan bu teşkilâtın tarihçesi ABD’nin kuruluşundan daha eskidir.

Osmanlı Padişahlarından III. Murat, afet haline gelen yangınların önüne geçmek için 1579 yılında İstanbul kadısına gönderdiği fermanda; her evde büyük bir fıçı su ve dam yüksekliğinde bir merdiven bulundurulmasını, yangın çıkan yerlerde halkın kaçmayıp yangın söndürme çalışmalarına katılmalarını istemesi itfaiye tarihimizde yangınlara karşı alınan ilk yazılı tedbir olarak kabul edilmektedir.

Aslen fransız olan müslüman olduktan sonra Gerçek Davut ismini alan bir mühendis 1714 yılında ilk yangın tulumbasını icat eder.

1718 yılında tüfekhane ve tophanede çıkan yangınlarda icat edilen bu tulumbanın çok büyük yarar sağladığının görülmesi üzerine 1714 yılında faaliyet gösteren itfaiye müfrezesi Padişah III.  Ahmet ve sadrazam Damat İbrahim Paşa‘nın emirleriyle 1720 yılında yangın tulumbasının mucidi olan Gerçek Davut’un idaresinde yeniçeri ocağına bağlı Dergâhı Âli Tulumbacı Ocağı” adıyla teşkilâtlanmıştır.

Kurulan bu ocak günümüz modern itfaiyeciliğinin çekirdeğini oluşturmuş olsa da ilk itfaiye müfrezesinin oluşturulduğu 1714 yılı itfaiye teşkilâtının ilk kuruluş yılı olarak kabul edilmiştir.

II. Mahmut tarafından 1826 yılında her yönüyle bozulduğu düşünülen yeniçeri ocağının kaldırılması sonucunda buna bağlı olarak Tulumbacı Ocağı da dağılmak zorunda kalır.

Ancak 1828 yılında çıkan Büyük Hoca Paşa yangını yeni bir teşkilat kurmanın gerekliliğini ortaya koyar.

Bunun üzerine zamanın yetkilileri tarafından yeni kurulan Asakir-i Mansure-i Muhammediye

içerisinde bir Tulumbacı Taburu oluşturulur ve kaldırılan yeniçeriliği hatırlatmaması için de Yangıncı Taburu diye isimlendirilir.

Bundan sonraki yıllarda değişik dönemlerde teşkilâtın daha verimli olması için düzenlemeler yapılmıştır.

İlk kuruluş yıllarında askerî bir kuruluş olan itfaiye teşkilâtı zaman içerisinde faaliyetlerini hem askeriye bünyesinde hem de belediyeler bünyesinde yürütmüştür.

25 Eylül 1923 yılında yapılan düzenlemelerle tamamen belediyeler bünyesinde faaliyet göstermesi yasal hale getirilmiştir.

Günümüzde itfaiyecilik belediye hizmet alanı içinde yer almaktadır.

Ülkemizde her yıl 25 Eylül – 1Ekim arasında kutlanan İtfaiyecilik Haftası’ nda çeşitli etkinlikler düzenlenerek yayın organlarıyla halka, okullarda öğrencilere yangının zararları anlatılmakta, yangından korunma yolları ve alınması gereken önlemler belirtilerek bu konuda farkındalık oluşturulması ve halkın bilinçlendirilmesi amaçlanmaktadır.

Osmanlı döneminde yangın gözetlemeleri için

yapılan kulelerin en meşhuru İstanbul şehrinin önemli simgelerinden biri olan Beyazıt Kulesi dir.

Yangın gözetlemek için Galata Kulesi ve İcadiye Kulesi’nden de yararlanılmıştır.

Günümüzde Beyazıt Kulesi’nden yangın gözlemlerinin yanında günlük meteorolojik haberler, üzerindeki ışıklar aracılığıyla halka duyurulmaktadır.

Mavi ışık havanın açık, yeşil yağmurlu, sarı sisli, kırmızı ise karlı olduğunu belirtmektedir.

Günümüzde yangın gözetlemeleri teknolojiden de yararlanılarak kurulan kameralı sistemlerle gerçekleştirilmektedir.

Ormanlık alanlarda yapılan gözetlemeler yüksek yerlere yapılan kulelerde görevlendirilen

kişilerce yapılmakta, son zamanlarda bu alanlarda da teknolojiden yararlanılmaktadır.

Bu yıl 311. Kuruluş yıldönümünü kutlayan itfaiye teşkilâtımız dünyanın en köklü itfaiye teşkilâtlarından biridir.

Tulumbacılardan günümüze gelen itfaiyecilik en çaresiz kalınan anlarda uzanan bir yardım eli ve fedakârlık örneği olması bakımından kutsal meslekler arasında gösterilmektedir.

Bu meslekte ter akıtırken hissedilen yüksek bir manevî duyguyla itfaiyeciler zorda olana, darda kalana hızır gibi yetişmekte en zor şartlarda en çaresiz anlarda dahi nefes nefese kalarak can kurtarmak için kendi canlarını ortaya koymaktadırlar.

Çaresizlere çare ve yardımlarına uzanan bir el olmak için gayret göstermektedirler.

Bundan dolayı ”itfaiyecilik, can kurtarmak için canını ortaya koyanların mesleğidir.” denilmesi hiç de abartılı bir söz değildir.

Aslı görevi yangın söndürmek olan itfaiye teşkilâtı yangın söndürmenin yanında sel ve diğer afet durumlarında, arama ve kurtarma faaliyetleri de yürütmektedir.

Halkın bilinçli olması, yangın konusunda kendine düşen tedbirleri alması, araçlarını park ederken özellikle dar sokaklarda itfaiye aracının geçişini engelleyecek şekilde park etmemesi, yanan binanın kendi evinin de olabileceği gerçeğini hatırdan çıkarmaması gerekir.

İtfaiyecik Haftası‘nı kutlar, görevleri başında can veren itfaiye şehitlerimizi rahmetle yad eder, yaralı olan kahramanlarımıza acil şifalar dilerim.

Diğer ülkelerde olduğu gibi ülkemizde de gönüllü itfaiyecilik çalışmaları yeterli olmasa da yapılmaktadır.

Gönüllü itfaiyeciliğin geliştirilmesi şu an resmi olarak itfaiye çalışanlarının mevcut sorunlarının giderilmesinin ülkemiz ve milletimizin yararına olacağının dikkate alınmasını umarım.

Yüce Rabbimden bizleri dünya hayatımızda yangınlardan ve ahirette de cehennem azabından muhafaza etmesini niyaz ederim.

Cumamız hayra vesile olsun.

Selamlarımla.

Devamını Oku

Dünya Alzheimer Günü…

Dünya Alzheimer Günü…
1

BEĞENDİM

ABONE OL

Tüm dünya da ve ülkemizde Alzheimer hastalığını ve yıkıcı etkilerini azaltmak, farkındalık oluşturmak ve hastalığın erken dönemde teşhis edilmesini sağlamak amacıyla

21 Eylül “Dünya Alzheimer Günü” olarak belirlenmiştir.

Alzheimer hastalığı, demans (bunama) grubu hastalıklarından biridir.

Halk arasında da bunama diye anılmaktadır.

Hayatı ciddi şekilde etkileyen bir hastalık olan Alzheimer İlk kez 1906 yılında Alman psikiyatrist

Alois Alzheimer tarafından tanımlandığından hastalığa ilk tanımlayanın ismi verilmiştir.

Daha çok 65 yaş üstü kişilerde görüldüğünden yaşlılık hastalığı olarak kabul edilmesi erken teşhis edilmemesine sebep olmaktadır.

Nörolojik bir rahatsızlık olan Alzheimer, beyin dokularında hasara sebep olmaktadır.

Hastalığın halâ etkili ve istenilen seviyede bir tedavi yöntemi bulunmamaktadır.

Ancak erken teşhis edildiğinde hastalığın ilerlemesi geçiktirilebilmektedir.

Çok erken teşhis edildiğinde hastalığın daha uzun bir süre için geçiktirilebilmesi sağlanmaktadır.

Konunun uzmanları hastalığı hafif, orta ve ağır olmak üzere üç evreye ayırmaktadırlar.

Ancak aşamalar üst üste de gelebileceğinden hastayı belirli bir katagoriye koyabilmenin bazen zor olabileceğinden bahsetmektedirler.

Hastalığın hafif evresinde kişi bağımsız olarak çalışabilir.

Sosyal etkinliklerini sürdürebilir. Ancak arada bir bazı belirtiler ortaya çıkabileceği için bu durumdan ailesi, arkadaşları ve bireye yakın olan kişiler dikkat ettiklerinde farkında olabilirler.

Kişinin bu evrede doktora başvurması erken teşhis ve tedavi için önemlidir.

Alzheimer hastalığı olan kişilerde bir şeyleri sık sık kaybetmek, yön duygusunu yitirmek, kafa karışıklığı, yapılan işi yapmakta zorlanmak, davranış ve kişilikte değişiklik, açıklamaları anlamada güçlük çekmek, iletişim kurmada zorlanmak, dikkat eksikliği, uyku düzeninde bozulmalar, hafıza kaybı, kişisel bakıma özen göstermemek, konuşmada ve görüntüleri anlamada güçlük çekmek, öğrenim güçlüğü ve öğrendiklerini çok çabuk unutmak gibi belirtiler ortaya çıkmaktadır.

Hattâ daha ileri durumlarda kişinin şahsi bilgilerini ve adresini hatırlayamaması da yaşanmaktadır.

Hastalığın, hasta yakınları için en zor ve üzüntü verici yanı da hastalığın ileri evresinde kişinin kendi kimliğini bilememesi ve yakınlarını tanıyamıyor hale gelmesidir.

Hastanın en çok desteğe ihtiyaç duyduğu bu dönemde ailesinin sabır ve anlayış göstermesi çok önemlidir.

Konuyla ilgilenen sağlık ve sivil toplum kuruluşları her yıl bu günde toplumun farkındalığını artırmak için çeşitli etkinlikler düzenlemektedirler.

Dünyanın birçok ülkesinde sağlık uzmanları ve bilim adamları hastalığın tedavisinde ilerlemeler kaydetmek için aralarında bilgi alışverişi ve çalışmalar yapmaktadırlar.

Henüz kesin tedavi yöntemi bulunmamaktadır.

Şu an yürütülen tedavi yöntemleri hastalığın ilerleyişini durdurmak ve azaltmak amacına yöneliktir.

Erken teşhis edildiğinde tedaviyle hastalığın ilerleyişi az da olsa durdurulmakta ya da  çok yavaş ilerlemesi sağlanmaktadır.

Bu şekilde hasta hayatını tek başına sürdürebilmektedir.

Fakat tedavi edilmeyen ilerlemiş Alzheimer hastalığında ise bireyin tek başına yaşaması mümkün değildir.

Mutlaka birilerinden yardım alması gerekir.

Hasta yakınlarının bazıları durumu çabuk kabullenmekte, bazılarının da kabullenmesi zaman alabilmektedir.

Lâkin tedavi esnasında aşama kaydedebilmek için hasta yakınlarının olumlu davranışlarda  bulunması hastaya bir bebeğe yaklaşır ve iletişim kurar gibi davranmaları gerekmektedir.

Alzheimer hastası yalnız bırakılmamalı, evde onun için uygun bir ortam oluşturulmalı ve ona

yardım edecek birileri bulunmalıdır.

Bunun sebebi de Alzheimer hastalarının kişisel bakıma özen gösterememeleri, beslenme konusu dahil kendi kendine yeterli olamamaları, evden habersiz çıkıp gitmeleri ve eve dönememeleridir.

Evden çıkıp dönememesi ihtimaline karşılık hastanın her daim üzerinde kimliğini, adresini ve gerektiğinde bilgi verilecek telefon numarasını belirten bilgileri içeren bir şeylerin olması gerekmektedir.

Alzheimer hastasıyla sürekli iletişim halinde olunmalı ve onun anlayabileceği basit cümleler kurulmalıdır.

En önemlisi de hastaya sevgi, şefkat, anlayış, sabır gösterilmeli, soğuk, kınayıcı ve yıpratıcı davranışlardan kaçınılmalıdır.

Alzheimer hastaları zaman zaman iyileşmiş, hafızaları yerine gelmiş gibi davranıp konuşabilmektedirler.

Bu durumda “Bak nasıl da her şeyi gayet iyi biliyor. Bazı şeyleri bize inat, eziyet olsun diye yapıyor.” denilmemelidir.

Dünyanın önde gelen sağlık kuruluşları dünya da ileriki yıllarda yaşlı nüfusun artacağı ve Alzheimer hastalarının çoğalacağını belirtmektedirler.

Daha şimdiden bazı tedbirlerin alınması, kişi ve yakın çevresini etkileyen ve yıpratan zor bir hastalık olan Alzheimer hakkında toplumsal farkındalığın artırılması, hasta ve yakınlarının hastalığı en az hasarla geçirmeleri için resmi ve sivil kuruluşlarının ve toplumun her bir ferdinin çalışmalar yapması gerekmektedir.

Yüce Rabbimden bizlere sağlıklı, bereketli, hayırlı ömürler nasip etmesini niyaz ederim.

Cumamız hayra vesile olsun.

Selâmlarımla.

Devamını Oku